Lizbon’a Gece mi Treni?
Hayatınızdan bunaldığınız, bir anda her şeyi değiştirmek istediğiniz olur mu? Ya da hayatta bir anda gelecek mucizelere inanır mısınız? O zaman “Lizbon’a Gece Treni” tam size göre! Ama maalesef bana göre değil. Öncelikle sıradan bir hayatta gelecek mucizelere inanmadığımdan; dahası insanın kendi olması, kendini bulması değil, Tanpınar‘ın deyişiyle “kendini yapması”na inandığımdan. Bu blogu açarken beğendiklerim kadar, beğenmediklerime de yer vermek niyetindeydim. Bana sorarsanız, insan, daha iyisi entellektüel insan, bir filmi/kitabı/oyunu/resmi neden beğendiğini ya da beğenmediğini açıklayabilme kudretinde olmalıdır. Zira ancak ve ancak o zaman hakiki bir eleştiriden, bir “yorum”dan, bir değerlendirmeden bahsedebiliriz. Diğer türlü, eser hakkında söylenenler bir “malumat”tan öteye gidemez. Öyleyse bu kitabın neden “bana göre olmadığını” anlatmaya çalışayım, dilim döndüğünce… En başta şunu söylemem lazım, okuma alışkanlıklarımı gözden geçiriyor, neleri okumalıyım, bugüne kadar neyi belki gereğinden fazla okudum, son zamanlarda buna dikkat etmeye çalışıyorum. Bilhassa güncel kitapları okuma konusunda oldukça çekingen davrandığımı söyleyebilirim. Bir kitabın ya da filmin “dilden dile dolaşması” bir anlamda “moda olması” belki birçoğunuzu olduğu gibi beni de biraz kendinden uzaklaştırıyor. Zaten bu blog da, burada yazanlar da, benim okuduğum, izlediklerim …