Sinema söz konusu olunca her zaman aklımda olan nadir sorulardan birisi şu: Bir filmi neden “çok beğeniriz”? Filmi “sıradışı güzel” kılan nedir ? Neden temelde birbirine benzeyen filmler arasında birisi “çok iyi” olur ? Haneke’ye bu yıl Cannes’da art arda ikinci Altın Palmiye’yi getiren “Amour”u izledikten sonra da yine aynı soru aklıma takıldı : “Amour” ya da Türkçe ismiyle “Aşk”, neden benim için “aşkı anlatabilecek en güzel filmlerden biri” oldu ? Aşk’ı izleyip etkilenmemek mümkün değil, ancak filmi izledikten hemen sonra düşündüğünüzde filmin sırrına öyle kolayca vakıf olamıyorsunuz. Haneke “çarpıcı” ve “sert” filmlerin “özgün” yönetmeni. Daha önce Funny Games, Tesadüfi Bir Kronolojinin 7 Parçası, Yedinci Kıta gibi filmlerini izleyenler, yeterince sarsılmıştır sanırım. Modern hayattaki “arızaları”, “rahatsızlıkları” hatta “hastalıkları” onun kadar sert ve gerçekçi bir tonla sinemaya taşıyan çok az yönetmen vardır. Aşk’ı izlemeden önce gerek isim, gerekse konusu itibariyle daha “yumuşak başlı” bir film olmasını bekliyordum, oysa bu varsayımım tam olarak doğru çıkmadı. Ne ki, Haneke’nin diğer filmlerinde olduğu gibi filmin “sertliği” aslında gerçekçi ve cesur tonundan kaynaklandığı için, film izleyeni ürkütmek yerine gerektiği şekilde …