Bilge Karasu’nun 1975-1976 yılları arasında yazdığı, ilk basımı 1985 yılında gerçekleştirilen ve 1991 yılında “Pegasus Edebiyat Ödülü”nü kazanan Gece romanı şu satırlarla başlar:
“Gece yavaş yavaş geliyor. İniyor. Çukur yerlere dolmağa başladı bile. Oraları doldurup ovaya yayılmağa başlar başlamaz, her yer boza dönüşecek. Işıklar yanmayacak bir süre. Ne çukurda ne de düzde. Tepelerin aydınlığı, bir süre, yeter gibi görünecek. Sonra tepeler de karanlıkta kalacak.
Dil bu karanlığın içinde yaşayabilirmiş gibi görünen tek şey olacak.”
Yazıya bu kadar uzun bir alıntıyla başlamamı, bugün içinde yaşadığımız karanlığı paylaşanlar mazur görecektir, sanırım. Yavaş yavaş gelen gecenin çoktan indiğine, çukur yerleri doldurup oradan ovaya yayılmağa başladığına, bir süredir ışıkların yanmadığına, tepelerin aydınlığının artık yetmediğine, nicedir tepelerin de hızla karanlıkta kaldığına şahit oluyoruz. Peki dil bu karanlığın içinde yaşayabilirmiş gibi görünüyor mu, hâlâ?
K24’ün “Edebiyat ve Darbe” özel dosyası için hazırladığım yazının tamamını okumak için tıklayın