Bu Aralar Okuduklarım, Edebiyat-Dışı
Comments 3

“Ermeni Meselesi Hallolunmuştur”

Söz konusu “Ermeni Meselesi” olduğunda solcusundan milliyetçisine, laiğinden muhafazakarına, ulusalcısından liberaline giden tuhaf bir ittifak yolu çıkıyor karşımıza. “Birbirine benzemezler” nasıl oluyorsa “1915 Olayları” ile ilgili olarak tek ses, tek vücut olup bir “cephe ittifakı” kurabiliyorlar. Bunun en son örneğini Avrupa Parlamentosu’nun 1915 Olaylarını “Ermeni Soykırımı” olarak tanıdığı beyana verilen yanıtta gördük. Denilen o ki “soykırım” tanımlamasının halkların sorunlarının çözümüne değil, siyasi bir tartışmaya, bir güç savaşına dönüşeceği ve bu durumun barışa değil, düşmanlıkların devamına hizmet edeceği. Türkiye’nin resmi beyanlarında da sürekli olarak “arşivlerin açılması”, ortak bir “tarihçiler komisyonu” kurulması ve “acıların karşılıklı olduğu” vurgulanıyor. Öte yandan bu çağrıların ne kadar samimi olduğu da şüpheli. “Çanakkale Zaferi”ni 24 Nisan’a çekmek, üstüne Ermenistan devlet başkanını bu “kutlamalara” davet etmek, “acılarla dalga geçmek”ten farksız oysa. Evet, elbette karşılıklı diyalog yoluyla bu “meseleyi halledelim” ama Türkiye’de bu “mesele”nin sözü dahi edilecek olsa yıllardan beri süregelen ezberler dışında pek bir cevap alamıyor ve çok kısa yoldan “vatan haini” ilan edilebiliyorsunuz. 100 yıl sonra, o günlerde belki tam olarak değil ama yaklaşık olarak neler yaşandığını öğrenmeye, anlamaya çalışmanın zamanı halen gelmedi mi peki?

1915 üzerine Türkçe ve bilhassa diğer dillerde pek çok kaynak olduğu kesin. Ancak böylesine “tartışmalı” bir konuyu bilimsel, tarihi ve sosyolojik perspektiften, güvenilir ve belgelere dayanan bir çalışmadan okumanın gerekliliği de ortada. Bu anlamda en güvenilir ve literatürde en çok referans verilen çalışmalardan biri, “Ermeni Meselesi” üzerine çokça araştırması bulunan Taner Akçam’a ait: ‘Ermeni Meselesi Hallolunmuştur’ – Osmanlı Belgelerine Göre Savaş Yıllarında Ermenilere Yönelik Politikalar. Minnesota Üniversitesi’nde görev alan tarihçi ve sosyolog Taner Akçam, kitabında öncelikle Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde yer alan Dahiliye Nezareti’nin şifreli telgraf yazışmalarından yola çıkarak, yaşananları Alman, İngiliz ve Amerikan ve Ermeni Patriği’nin arşivlerinden, dönemin gazetelerinden ve anılarını yazan devrin önemli şahsiyetlerin aktardıkları ile karşılaştırmalı bir biçimde okumaya çalışıyor ve “Ermeni Meselesi”nde “Doğru Bilinen Yanlışlar”ı ortaya koyarak okurun meselenin özüne inmesini sağlıyor. “Ermeni Tehciri”nin “Anadolunun homojenleştirilmesi” planının bir parçası olduğunu ve “mesele”nin son derece sistematik ve planlı bir şekilde “hallolunmaya” çalışıldığını gösterirken; “resmi Türk tezi” ile büyümüş bizlerin her defasında “iyi ama…” şeklindeki serzenişlerimize “öyle deniliyor ama…” diyerek ikna edici bir biçimde karşı koyuyor. Kitapta ilk olarak eldeki belgelerin güvenirliği ve kapsamını tartışmaya açan yazar, Ermeni meselesini daha geniş planda İttihat ve Terakki’nin politikaları ile beraber okumaya çalışırken Anadolu’nun “Türk ve Müslüman” kılınması ile Rumlara yönelik politikaları aktarıp Ermeni tehcirinin nasıl yakından kontrol ve takip edildiğini gösterirken bu konudaki tarihsel ve ahlaki sorumluluğumuzu da “kör gözler”e göstermeye çabalıyor.

Her titiz araştırmacı gibi öncelikle çalışmasında dayandığı kaynakları açıklıyor ve bunların eksiklerini, kısıtlarını ortaya koyuyor Taner Akçam. Öncelikle Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde yer alan Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi’nden çekilen telgrafları inceliyor. Bunlar merkezi idarenin taşradaki yerel yönetimlere yolladığı emir, talimatname ve sorgulamaları içeriyor. Ne yazık ki taşradan merkeze yollanan cevaplar arşivlerde yer almıyor. Bu durumun da ciddi bir “muamma” olduğunu söylemeden geçemiyor yazar. 1919-1922 yılları arasında İstanbul Divan-I Harbi Örfi’de görülen İttihat ve Terakki merkez ve yerel yöneticileri aleyhine açılan davaya ilişkin belgeleri ve mecliste kurulan araştırma komisyonuna ait tutanakların da konu için önemli olduğunu, ama ne hikmetse bu belgelerin de kayıp olduğunu belirtiyor. Bu belgelerle ilgili ikincil kaynaklardan bilgi edinilebiliyor ve Akçam da gerektiğinde bu yola başvuruyor. Arşivlerin bahsettiği durumunun “bilinçli” bir tercih olmasının yanı sıra, arşiv çalışmalarının “bilinçsizce” yapıldığı için mesela bazı belgelerin SEKA’ya satıldığını aktarıyor. Dahası Ermeni meselesi ile ilgili bazı “gizli belge”lerin yerel merkezlere iletildikten sonra yakılması talimatı verildiğini yahut “önemli bilgi”lerin parti yöneticileri tarafından sözlü olarak yerel yönetimlere aktarıldığını kaynaklara dayandırarak göstermeye çalışırken, bulmacanın bu “eksik parçaları”nı o dönemde basında yer alan yazı, haber ve tanıklıklar ile ve Kudüs Patrikhane arşivindeki belgeler, yabancı ülkelere ait konsolosluk raporları, arşivleri, tanıklıkları da kullanarak tamamlamaya çalışıyor. Dolayısıyla “haydi gelin, arşivleri açalım”ın çok da anlam ifade etmeyen bir tavır olduğunun altını çizmekte fayda var. Zaten Akçam da birçok sebeple eldeki belgelere kuşkuyla yaklaşmak gerektiğini açıkça ifade ediyor. Yine de yazarın iddiası, “arşivlerdeki tüm temizliğe rağmen, Osmanlı arşiv malzemelerinin Resmi Türk Tezi diye bilinen tezle taban tabana zıt bilgileri ihtiva ettiği” yönünde. Peki her şey nasıl başlıyor ya da “nasıl bitiyor”du? Biraz yakından bakalım…

  • Anadolu’nun Homojenleştirilmesi Plan

İttihat ve Terakki Partisi bilhassa Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonrası şartlarda Anadolu’nun gayri-türk ve gayrimüslim unsurlardan arındırılması gerektiği kanaatindeydi. Bunda hem Osmanlı toprakları içerisinde yükselen milliyetçilik fikri ve ulus-devlet hayali etkili oldu, hem de savaş şartlarındaki önemli göçmen akımları. Dolayısıyla bu planı yürürlüğe koymak için Anadolu’nun gayrimüslimlerden behemehal arındırılması ve Türk olmayan müslüman toplulukların da kültürel asimilasyonu gerekiyordu. Akçam’a göre parti bu politikaları “çifte bir mekanizma işleterek” uygulamaya koydu. “Bir taraftan resmi bir sürgün ve göç politikası izlendi” [Mübadele örneğinde olduğu gibi].  “Ancak diğer taraftan bu hukuki çerçevenin sunduğu koruyucu şemsiye altında hukuk dışı terör eylemleri de örgütlenmişti“. Bu plan o denli “başarılı” uygulanmıştı ki, 1913-1918 arasını kapsayan sadece beş yıllık dönemde Osmanlı topraklarında yaşayan “nüfusun üçte birine yakını [yaklaşık 6 milyon kişi] ya yer değiştirmiş ya yurtdışına zorla sürgün edilmiş ya da imha edilmişti“.

Bu dönemde ilk olarak “etnik yapıyı temel alan nüfus sayımları ve haritalar hazırlandı“, İttihat ve Terakki iktidarında yeni bir nüfus sayımı yapılmamıştı gerçi, ancak eldeki veriler başta din ve etnik kökene göre yeniden sınıflandırıldı. Ayrıca bu sistematik çalışmalara ait verileri yerel yöneticilerin düzenli aralıklarla merkeze iletmesi gerekiyordu. Bu iş için taşraya “gayet mahrem” notuyla telgraflar çekiliyor ve verileri özel olarak hazırlanmış defterlerde Dahiliye Nezareti’ne iletmeleri isteniyordu. İstenen bilgiler oldukça detaylıydı, bilhassa “gayritürk ve gayrimüslim”ler için. Servetleri, tahsilleri, sosyal statüleri, ait oldukları grup üzerindeki etkileri gibi oldukça detaylı bilgilerin verilmesi isteniyor, her bir kaza ve vilayet için istatistikler tutuluyordu. Öyle anlaşılıyor ki bu bilgiler mübadele ve tehcir için ve ayrıca akın akın yurda göç eden Türk ve Müslüman ahalinin iskânı için gerekli görülüyordu. Yerinden olan ya da edilen “göçmen”ler iskan edilirken de belli bir bölgeye “yerleştirilecek grupların o yöre halkının %5 veya [duruma göre] %10’unu geçmemesine” özel bir dikkat gösteriliyordu. Bahsedilen iskan politikası o kadar katı bir şekilde uygulanıyordu ki, Müslüman mültecilerin dahi istedikleri yerlere gitmelerine izin verilmiyor ve kesinlikle toplu olarak belirli alanlara yerleştirilmiyorlardı. Dahası sadece topraklar “gayritürk ve gayrimüslim” unsurlardan arındırılmıyor, aynı zamanda coğrafya ve yerleşim adları da Türkçeleştiriliyordu. Sürgün edilenlerin geride kalan mal ve mülkleri üzerindeki tasarrufları ellerinden alınırken, mallarını satma ya da devretme hakları da gasp ediliyordu. Çoğunlukla devlet bu mallara “sahip çıkıp” ya yeni gelen göçmenlere veriyor, ya da “uygun şartlarda” yöre halkına satıyordu. Bazı durumlarda ise eşraf ve devlet memurların bu mal ve mülkleri gasp ettikleri ya da zorla veya hile ile satın aldıkları oluyordu.

Bu politikalara ilk bakışta amacın “kültürel asimilasyon” yahut da bir “ulus bilinci” yaratılması olduğu düşünülebilir. Ancak Akçam, bunun bu kadar ile kalmadığını aslında tüm bu politikaların “ermenilerin imhası”na kadar vardığını iddia ediyor. Bu iddiayı ilk duyduğunuzda, hepimizin içinde olan o “milliyetçi ruh”, “olur mu canım!” diye itiraz edecek elbette. Oysa durumu çok basit bir “matematik problemi” ile açıklıyor Akçam. Sonuçta Ermenilerin sürgün edileceği bölgeler saptanmış durumda, iskan edilecekleri yerler de belirlenmiş. Ve bu hesaplamada %5-10 kuralı dikkate alınmış… Şöyle soruyor Akçam: “Eğer, Ermenilerin nüfusu yerli Müslüman nüfusun %10’unu geçmeyecekse, [iskan edilecekleri] bu bölgelerdeki Müslüman nüfus ne kadardır?“. Öyle ya, oldukça “titiz” bir nüfus ve iskan planlaması yapan İttihat ve Terakki, bilhassa da Dahiliye Nâzırı Talat Paşa, bunu da hesaplamıştır. Yine de bu hesabı bir kontrol etmek istiyor Akçam ve Ermenilerin sürgün edilecekleri bölgenin, sadece iskan alanı olarak belirlenen vilayetler değil, tamamındaki nüfus sayısına ve Ermeni sayısına bakıyor. Ve yukarıdaki soruya yanıt vermeye çalışırken aslında çok önemli ve meselenin ne kadar acı olduğunu ortaya koyan bir başka soruyla karşılık veriyor kendi sorusuna: “Cevabı verilemeyen veya dolaylı olarak verilmiş olan soru, bir milyonun üzerindeki Ermeni’nin, 1.680.721 Müslüman’ın %10’u haline nasıl sokulacağıdır?“.

Resmi Türk Tarih Tezi ile yetiştirilen bizler, hele de Ermeni ya da gayrimüslim yahut “azınlık” değilsek bu meselelere fazla burnumuzu sokmaya çalışmayız. Ama öncelikle şunu kabul etmemiz gerekir, bu meselelerin ne ateşli savunucuları ya da inkarcıları, ne de vurdumduymazları pek bir bilgiye sahip değillerdir. “Soykırımdı, değildi” diye yıllardır süren tartışmalar meselenin ahlaki, vicdani ve insani yönünü ıskalar. Meseleyi “Soykırım” olarak tanımladığınızda bunu bir “canilik, barbarlık, vahşilik, müthiş bir kötülük” olarak gördüklerinden olsa gerek çoğu insan buna şiddetle karşı çıkar. Oysa bilmedikleri Hannah Arendt’in “Yahudi Soykırımı” sonrası ortaya attığı “Kötülüğün Sıradanlığı” tezidir. Bazılarının iddia ettiği gibi bu “sıradanlık” ortadaki durumun vehametini azımsamaz. Tam tersi aslında son derece “sıradan” olan fikirlerin ve eylemlerin büyük bir vahşete götürdüğünü imler sadece. “Ermeni Meselesi”nde de “sırf Ermenilerin kökünü kazımak için imha edildikleri” iddiası değildir söz konusu olan. Bu tespit ne yapılan büyük bir katliamı önemsizleştirme ne de failleri “şeytanlaştırma” amacı güder. Ancak bu açıdan bakılabildiğinde “neler olduğunun”, “nasıl adlandırılacağından” daha önemli olduğu gerçeği çıkabilir ortaya.

Bu açıklamaları yapmamın amacı, aslında karşıt iddiaları birbirine yakınlaştırmak ve “mesele”nin özüne yaklaşabilmek. Evet, özellikle ilk zamanlarda, savaş durumundaki bir imparatorluğun “bekâsı” ve “ulusal birlikteliği” için politik ve askeri sebeplerle kimi “zorunlu sürgün”ler olmuştur. Evet, bazı Ermeni toplulukları bağımsızlık düşüyle “düşman”ı destekleyip kimi çatışmalara girerek, katliamlar yapmış olabilir. Ne var ki, eldeki bilgiler o dönemdeki iktidarın adeta bir “intikam makinası” olarak çalıştığını, “masa başındaki hesaplarla” bir toplumun kaderini altüst ettiğini, dahası meydana gelen bu denli feci bir olay sonrasında, “devlette devamlılık esastır” desturu ile yüz yıldır sürdürdüğü politikaları ve tüm bunların “pireye kızıp yorganı yakmak” olduğunu gösteriyor. Sadece belgeler de değil; sonraki dönemde ortaya konan devlet iradesi Varlık Vergisi’ni, Vakıflar Kanunu’nu, 6-7 Eylül’ü, “Türkçeleştirme” faaliyetlerinin sürmesini, kapanan ülke sınırlarını, düşmanlaştırmayı, Hrant Dink’in katledilmesini ve davanın bir türlü ilerletilememesini de koyuyor önümüze. Yüz yıl önce “Ermenilere saldıran çeteler” nasıl bir türlü durdurulamıyor, katillerden hesap sorulamıyorsa “tamamen tesadüf eseri” bir 24 Nisan günü öldürülen Ermeni Er Sevag’ın dosyası da ilerleyemiyor bir türlü bu ülkede. Ogün Samast ile Türk bayrağı önünde fotoğraf çektiren polisler, yüz yıl önce de çetebaşlarına arka çıkıyor çünkü. İşte bu yüzden yüz yıldır “Ermeni meselesi” bir türlü “hallolunamıyor” belki de…

Bu yazı, iki bölümden oluşmaktadır. Yazının devamını okumak için tıklayınız.

3 Comments

  1. selam soner,
    ermeni soykiriminda fiilen olan sey, “ermenilerin kökünü kazimak” aslinda. “tehcir”in ardindaki niyetin, siradan vatandasin kötülüge dahil olusundaki yönelimin, bir “temizlik” ve “kazima” arzusu icerdigi anlasiliyor.
    “felaketi”, bu anlamda “dönemin kosullari”yla anlamak olanaksiz. yahudi soykirimindan temel farki, kiyimin asiri rasyonellestirilmis bir teknik sistematiklikle, teknolojik imkanlarin verdigi bir sistemle gerceklestirilmemesidir. yahudiler ince ince hazirlanmis bir düzenekle kiyima ugradilar, ermeniler ise kursun harcamak bile fazla görüldügü icin cogunluk kesilerek. kurulmus, kendi kudretine sahip bir devletle, yikilan bir imparotorluktan cikarilmaya ve henüz kurulmaya calisilan bir devlet arasindaki farktan söz edilebilir. ermenilerin kiyimi daha kaba, ilkel, vahsi yöntemlerle gerceklesti belki bu nedenle, ama “soykirim siddeti” -ki bu kesinlikle herhangi bir siddet türünden baskadir- baglaminda iktidar teknigi acisindan ayni mahiyete sahip her ikisi de….
    “almanlar”, zaten kendisinin oldugunu söyledigi bahceyi ayrik otlarindan temizliyordu; “türkler” ise, bahcenin kendisine ait oldugunu öncelikle kanitlayabilmek icin bu temizlige ihtiyac duyuyordu. ermeniler bahcenin ayrikotu degildi elbette, henüz bir bahce de yoktu zaten, ama bahce kurma arzusu zorunlu bir temizligi gerektiriyordu bu arzunun sahipligi acisindan…
    devlet ve toplum olarak türkiye’nin bu sucla gercek anlamda yüzlesmesinin zorlugu, hatta imkansizligi, sucun bir anlamda varligini borclu oldugu “gercek” olmasindan kaynaklaniyor. ne özürlerle ne de ikrarlarla üstesinden gelinebilir bir sey degil bu, ki onu bile yarim agiz, carpiklasmis bir zihniyetle ancak yapabiliyorlar…
    agir sorun bu….neyse ki artik bir sekilde konusulabiliyor, neler oldugu, bu olanlarin ne anlama geldigi üzerine düsünülebiliyor…

    Beğen

    • Soner Sezer says

      Aslında “dönem koşulları”ndan bahsetmemin ve amacın salt “kökünü kazımak” olmadığını söylememin amacı sıkça karşılaştığımız inkar tutumunu anlamaya çalışmak. Ermenilere uygulanan “yöntem” aslında o dönem devlet politikası açısından oldukça “rasyonel” zira. Bana öyle geliyor ki, sıradan insanın inkârı “dönem koşulları”nı algılayamamasından kaynaklanıyor. Arendt’in kitabında da o “şaşkınlık” halinden yoğun bir şekilde bahsedilir aslında. Yani “nasıl oluyor da insan bu kadar kötü olabiliyor?”dur, oysa ki “kötülük içimizde”dir. Ve genel plan içerisinde bir “soykırım” yapılmış olma ihtimali bir hayli kuvvetlidir. Bu “mesele”nin bu kadar konuşulmaması da oldukça manidar esasında. O yüzden “mesele”nin konuşulmasını sağlayacak metinlere ve çağrılara ihtiyaç var gibime geliyor. Çünkü bu “mesele” hakkında biraz düşünüp, okuyan birisi, kısa bir süre içerisinde aslında “nelerin olmuş olabileceğini” hissediyor; bilinç düzeyinde değilse bile, ahlâki ve vicdani boyutta. Yazının ikinci kısmında da biraz bu söylediklerimi geliştirmeye çalıştım. Elbette çok farklı boyutları olan bir konuyu, ben burada tek bir kitap ve kişisel bilgilerimden, “devlet dersi”ndeki gözlemlerimden yola çıkarak yorumlamaya çalıştım. Salt bir ilk çaba olarak, bu konu hakkında okumalara devam etmeyi düşünüyorum. Zaman ve imkânlar dahilinde de blogda peyderpey birkaç yazı yayınlayabilirim.

      Okuduğun ve yorumunla hem metni zenginleştirdiğin, hem de farklı bir tartışma zemini oluşturduğun için teşekkürler.

      Selamlar,
      Soner

      Liked by 1 kişi

  2. Geri bildirim: “Ermeni Meselesi Hallolunmuştur” – İkinci Kısım | Sükût Suikastı

Yorum yapmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s