Görsel: René Magritte, Au Seuil de la liberté, Özgürlüğün Eşiği, 1937.
Bugünlerde, 2013 yılında SAY Yayınları tarafından yayınlanan, alanında saygın pedagog Roger-Pol Droit imzalı “20. Yüzyıla Yön Veren 20 Büyük Filozof” adlı kitabı okuyorum. 2012 yılında hayata veda eden tarih efsanesi Hobsbawn’ın “Aşırılıklar Çağı” diye nitelediği Yirminci Yüzyıl’ın düşünce haritasını çıkarmaya çalışan Droit, takdir edersiniz ki meselelerin derinine inmek yerine, “kuş bakışı bir fotoğraf” çekiyor bu kitapta. Bugünü anlamlandırabilmek için önemli bir referans noktası olması, yüzyılda geldiğimiz yolun haritasını çıkarması ve halen güncel olması sebebiyle kitapta en dikkat çeken bölümü, SAY Yayınları’nın affına sığınarak, aşağıda alıntılıyorum. Alıntı, “Özgürlük ve Saçma” adlı dördüncü kısımda, Sayfa 121-124 arasında yer alıyor. Çeviri ise İsmail Yerguz’a ait.
XX. yüzyıl her geçen yıl anlamın dağılışını keşfeder. Mantığın çıkmazlarıyla, bilim insanlarının kuşku ve kararsızlıklarıyla bir ilgisi yoktur bunun. Savaşların sanayileşmesi, milyonlarca ceset, katil diktatörlükler ve kitlelerin yok edilmesi bu tespiti empoze etmiştir; dünya aklını yitirmiştir, uygarlığın vardığı bir yer yoktur, en büyük umutlar en büyük felaketleri doğurur. Cehennemi yapbozun unsurları bilinir: Avrupa’nın Birinci Dünya Savaşı katliamlarıyla intihar etmesi ve çöküşü, toplumun genel anlamda makineleşmesi, radikal özlemlerin ve devrim projelerinin gelişmesi, kitle iletişim olgusu, bireysel ve kolektif ilişkilerin düzenli biçimde insanileşmesi… Yüzyıllardan hatta binyıllardan sonra kısa süre içinde bir insanlık düzeni yok olur, bilimin gelenek göreneklerinde ılımlı bir hava yarattığının ve farklı gelişmelerin aynı şekilde gerçekleştiğinin düşünülebileceği bir düzen. İnsanlık bilgilendikçe daha akıllı olacaktı. Daha güçlü oldukça daha mutlu, daha adil, daha özgür olacaktı. Çok güçlü bir inançtı bu. Birdenbire her şey kan ve çamur, barbarlık, kaos içinde yok oldu. Çağdaşlar krizin boyutlarını ve yoğunluğunu anlamamakla birlikte her şeyin boş olduğunu düşündüler. Evren boş, insan kötü ve gerçek ürkütücüdür. Bütün filozofların bu yıkımla çok az ilgilenmeleri ilginçtir. Tersine çoğu zaman sanki dünya yokmuş gibi davranmaya çalışırlar. Dünya ateş ve kan içindedir ama Aristoteles’in yorumları kendi yollarını izler. İnsanlar sürülür, öldürülür ve onlara işkence edilir -iyilik, yeni insan, ırk ya da şarkı söyleyen yarınlar adına- ama bu filozoflar matematiğin gerçeğe nasıl tam anlamıyla denk düştüğünü sorgularlar… Bütün üstatlar bu cam koruma kabının altında değildir tabii ki. Birçoğu yüzyılın sıkıntılarını dikkate alırlar. Olayları ellerinden geldiği kadar anlamaya çalışırlar. Bu bağlamda, yok edilmiş gibi sanıldığı sırada ön planda özgürlük düşüncesini görürüz… Parçalanmış, suskun ya da uyumsuz sesler çıkaran bir dünyada birey -anlamsız ama yok edilmeleri mümkün olmayan kırılganlığı ve egemenliğiyle- yeniden hareket noktası durumuna gelmiş gibidir. Üç düşünürün, derin görüş ayrılıklarına rağmen ortak bir noktada buluşmuş olmaları, düşüncelerini anlam ve anlamsızlık, olabilirlik ve özgürlük, eylem ve saçma üstünde yoğunlaştırmaları bir rastlantı değildir. Ortak mücadeleleri yakınlaştırır bunları birbirlerine, başka mücadelelerde farklı düşüncelere sahip olabilirler. Tanışırlar, birleşirler ve kavga ederler; aynı sıkıntı temelinde ama her birinin kendine ait bir güzergahı olduğu için… Jean-Paul Sartre tam bir özgürlük düşüncesini var gücüyle kurtarmaya çalışır. Ona göre sadece bireyin kendi özgür kararı anlamlı ve değerli olabilir. Fokurdayan bir dünyada bu meydan okuma zor bir olaydır. Sartre için özgürlük, ahlak ve kolektif eylem aracılığıyla tarihin inşa edilmesi ve bir yandan da savaş sonrası dönemde komünistlerle işbirliği, daha sonra Mayıs 68 Maocuları’yla işbirliği söz konusu olduğundan daha bir zordur. Sartre’ın Yüksek Öğretmen Okulu’ndan meslektaşı ve daha sonra birlikte Temps Modernes‘i kurdukları arkadaşı Maurice Merleau-Ponty de Gulag’ı ilk ifşa edenler, özgürlük adına totalitarizmi kabullenmeye karşı çıkanlar arasında yer almıştır. Sartre’la anlaşmazlığı siyasal sorunlardan kaynaklanır ama daha derindir. Çünkü Merleau-Ponty, Sartre’ın geliştirdiği saydamlıktan uzak, bilinçli bir bulanıklık üstüne inşa ettiği felsefesini bilincin ve bedenin, ruh ve dünyanın, görünen ve görünmeyenin kesiştikleri yerde geliştirir. Albert Camus ise bir filozof gibi görülmesini kesinlikle reddeder. Romancı ve gazetecidir ama denemelerinde ve özellikle de Başkaldıran İnsan‘da (L’Homme Révolté; 1951) XX. ve XXI. yüzyılı düşünme konusunda temel sorular sorar. Çünkü Camus’ye göre esas olan saçmalığı ortaya çıkan bir dünyada bir anlamın yeniden inşa edilmesinde ve inatla yaşama çabasında -umut etmek ve eylemde bulunmak- yatar. Bu durum bugün de geçerlidir.
İşte modernden post-moderne, yirminci yüzyıldan yirmi birincisine geçerken dünya hâli aşağı yukarı bu vaziyetteydi. İki binli yıllar, çok hızlı başladı, belki de “Hız Çağı” şeklinde adlandıracağız içinde yaşadığımız bu yüzyılı. Belki de “Özgürlük ve Saçma”dan bahsetmekte halen özgürüz, ama katı olan her şey buharlaştıktan sonra sicim gibi üstümüze yağıyor bu zamanlarda. O çok düşünülüp, çok tartışılan anlamların uçup gitmesinin, Nietzsche’nin iddiasına göre Tanrı’nın ölümünün ardından yüzyıldan fazla bir süre geçti artık. Bugün ne anlam var, ne de anlam peşinde koşan. “Bireyin özgür kararı”ndan bahsetmek hiç olmadığı kadar güç ve gülünç bugün. Hele bu kararların “önemli ve değerli” diye nitelenmesi “saçma”nın kazandığı yeni anlam. Totalitarizm, yirminci yüzyıldaki görüntüsünden farklı olarak günlük hayatın ve “sıradan”ın tam da orta yerinde tedbil-i kıyafet geziyor bugün. Büyük anlatıların aşılmasıyla birlikte, belki de tek bir olasılığı kabul etmemek – Merleau-Ponty’nin deyişiyle filozofun “topallaması”- erdem olmaktan çıkalıysa çok oldu. Artık her olasılık eşit, “güzel” ve de aynı derecede saçma! Demek ki kala kala elimizde Camus’nun ideali kalıyor: “Esas olan saçmalığı ortaya çıkan bir dünyada bir anlamın yeniden inşa edilmesinde ve inatla yaşama çabasında -umut etmek ve eylemde bulunmak- yatar”. Ve elbette ve halen; “Bu durum bugün de geçerlidir“.