Kurt Vonnegut’a göre Hikayenin 8 Biçimi
“Yaratıcı Yazarlık” Amerika’dan sonra “küçük amerika” olmaya çalışan ülkemizde de yükselişe mi geçti? Her geçen gün “yazarlık dersleri”, “yaratıcı yazarlık kursu”, “roman yazma atölyesi” gibi etkinlikler, “yazmanın bilmemkaç kuralı” başlıklı “yazar” tavsiyeleri her baktığınız “kültür mecrası”nı sarmış durumda. Usta yazarlardan daha tek bir kitabı çıkanlara herkes “Nasıl yazılır?” sorusundaki efsununun peşine düşmüş sanki. Öte yandan edebiyatın da resim, sinema yahut müzik gibi bir sanat olduğunu kabul ettiğimizde, yazmanın da pekala öğretilebilir olduğunu itiraf etmek mecburiyetindeyiz. Ama belki de en başa dönüp sorgulamamız gerekiyor: Yazmanın gerçekten bir kuralı var mı?
Aslında “yazmanın kuralları”nın peşine düşmek yeni değil, sadece son zamanlarda “moda” olmuş durumda, hepsi bu. Bildiğimiz kadarıyla, metnin genelleştirilebilir kuralları sorunsalına ilk eğilen 18. yüzyılda bir oyun yazarı olan Carlos Gozzi olmuştur. Ona göre kurmaca metinlerin bütününde 36 dramatik durum vardır. Sonrasında ilk akla gelen isimse Rus Biçimcileri, bilhassa da Rus halk masallarını inceleyen ve “Masalın Biçimbilimi” adlı eserin sahibi Vladimir Propp olur. Propp’a göre tüm anlatılarda 31 temel yapı vardır. Yani incelediği yüzler belki de binlerce farklı masal, toplamda otuz bir aşama ya da kuralı izler. Propp bu kuralları 1928 yılında tanımlar, sonrasındaysa Yapısalcılık sahneye çıkar ve farklı açılardan tüm kurmaca metinlerde “ortak olan yapılar”ı, yani bir anlamda kuralları tanımlamaya girişir. Vonnegut da 40’lı yıllarda “hikayelerin biçimi”ne ilgi duyar ve master tezi olarak bu konuyu sunar, ancak akademinin reddiyle karşılaşır. Ona göre 8 temel hikaye biçimi vardır. Yine aynı yıllarda bu kez Joseph Campbell bir adım daha ileriye gidip, “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” kitabında aslında tüm mitolojilerdeki anlatıların “tek bir kahraman” arketipine indirgenebileceğini iddia eder. Günümüze geldiğimizde ise Matthew Jockers CERN’de kullanılan bilgisayarlarla yaptığı analizlerde aslında 6 farklı hikaye biçimi olduğunu ileri sürer (Detaylı bilgi için bkz. “There Are Six Basic Book Plots, According to Computers“). İşin tuhaf yanı “yazmanın kuralları”nın sayısının gün geçtikçe azalmasıdır.
Bu konuyla ilgili olarak aşağı yukarı aynı günlerde iki önemli “kültür kaynağı”nda iki yazı dikkatimi çekti. İlki The Paris Review‘da “Bir romanın olay örgüsü verilere indirgenebilir mi?” diye soruyordu. OpenCulture sitesinde yayınlanan diğer yazıdaysa “Kurt Vonnegut, Chicago Üniversitesi tarafından reddedilen master tezinde tüm hikayelerin bir şekille gösterilebileceğini iddia ediyor“du. Aceba gerçekten yazmanın “bilimsel bir yöntem”i vardı da, ben mi bu olasılığı küçümsüyordum? Bahsettiğim ilk yazıda Dan Piepenbirg, Nebraska Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörü Matthew Jockers’ın bu alandaki çalışmalarından bahsediyor. Yazıya göre Jockers, Vonnegut’un tezinden yola çıkarak şu iki önemli sorunun yanıtını arıyor: Acaba arketip olarak bir hikâye şablonundan bahsedebilir miyiz? Ve edebilirsek, kaç farklı şablon vardır? Jockers ilk soruyu “Evet” diye yanıtlıyor, ikincisine ise “altı”cevabını veriyor. Ancak dikkatli olmak gerekiyor, çünkü burada bahsedilen hikayedeki olaylardan ziyade duygulanım. Anlatının devinim ölçütü olarak bir duyguyu esas alıyor Jockers, çünkü popüler tarza uzak ve “hiçbir şey anlatmayan” hikayeler de bir duygu durumu yaratıyorlar ona göre. Araştırmasında “duygu analizi” adını verdiği yöntemi takip eden profesör, öncelikle “olumlu ve “olumsuz” çağrışımdaki kelimeleri sınıflandırıyor. Daha sonraysa bilgisayar üzerinden yaptığı kelime analizi ile bir anlatının devinimini görünür kılıyor. Henüz araştırmasının detayları ve sonuçları netleşmemiş olsa da, ortaya bir hayli ilginç içgörüler koyduğu açık. Aşağıda iki sonucu görüyorsunuz. İlki James Joyce’un “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi” kitabının, ikincisiyse Dan Brown’ın çoksatan “Da Vinci Şifresi” romanının analizi.
Bu “ilginç” grafiklerden hiçbir şey anlamamış olabilirsiniz. Ancak ilk bakmanız gereken iki eserin “duygu dalgalanması”. Dan Brown, “bir çırpıda ya da soluksuz okunabilmesi”, okuyucunun “kitabı elinden bırakamaması” ve kitabın “çok heyecanlı” ve “çok hareketli” olması için sürekli duygular ve beklentiler üzerinden anlatısını şekillendiriyor. James Joyce’un romanında ise daha “dengeli” bir dağılım görüyoruz. Eser, olay örgüsünün iniş-çıkışları yerine üsluba odaklanıyor belli ki… Bundan daha fazlasını söylemek ise “uzman”ların işi herhalde. Öte yandan Dan Piepenbirg, aslında Jockers’ın analizinin “etkileyici” olmasına rağmen özellikle “has edebiyat” konusunda yeni bir kavrayış getirmediğini itiraf ediyor ve iyi eserlerin zaten olay örgüsündeki dalgalanmalar için değil, derin bir insani kavrayış sebebiyle okunduğunu belirtiyor.
Jockers, Vonnegut’un şu tezinden hareket ettiğini söylüyor: “Ana fikir hikayelerin bir kağıda çizilebilecek şekilleri olduğudur. Belirli bir toplumun hikayeleri ve bu hikayelerin biçimleri, en az onların çanak-çömlekleri kadar ilgi çekicidir“. Peki tam olarak Vonnegut’un iddiası nedir? Antropoloji alanında eğitim alırken “edebiyatın antropolojisi”ni ortaya koyan çarpıcı bir master tezi yazar, ancak akademi tarafından tezi kabul edilmez. Oysa yazara göre edebiyat ve kültür dünyasına en büyük armağanı bu çalışmasıdır. Bu çalışmanın ana fikri şöyle özetlenebilir: Bir hikayenin başkahramanları anlatı içerisinde çeşitli iniş-çıkışlar yaşarlar. Ve bu grafiksel bir biçimde gösterilebilir. Buna göre sekiz farklı hikaye biçimi vardır: “Dibe Vuran”, “Erkek Kadınla Tanışır”, “Kötüden Daha Kötüye”, “Çıkış Yolu Nerede?”, “Yaratılış”, “Eski Ahit”, “Yeni Ahit” ve “Sinderella”. Vonnegut her biçimin tanımını yapar ve farklı eserleri bu kategoriler altında sınıflandırır. Vonnegut’un tezi hakkında detaylı bilgi için yazının başındaki infografiğe göz atabilir ya da aşağıda yer alan videoda “Hikayelerin Biçimleri”ni Vonnegut’un kendi ağzından dinleyebilirsiniz.
Tüm bu tartışma ve araştırmalardan çıkan sonuç, aslında kurmaca yazmanın bir kuralı olup olmadığını bilemeyeceğimizi gösteriyor bana sorarsanız. Ama eğer gerçekten bir kuralı varsa, o da şu şekilde formüle edilebilir sanırım: Eğer “çoksatan” yahut “şablon” romanlar yazmak amacındaysanız evet yazmanın belirli kuralları vardır ve bunları uygulayabilirsiniz. Ama başarılı olup olamayacağınızın hangi etmenlere bağlı olduğu belirsizdir. Ama eğer kalıcı, özgün, derinlikli bir eser yazmak istiyorsanız, bunun bir kuralı olabileceğine inanmak zor. Belki de verilebilecek yegane tavsiye şu olabilir: Okuyun! “Daha iyi” okumak için de sitedeki şu yazıyı okuyarak işe başlayabilirsiniz: “Nasıl Daha İyi Bir Okur Olunur?“