Bu Aralar İzlediklerim, Sinema
Comment 1

Ruben Östlund ve Johannes Kuhnke ile “Force Majeure” Üzerine: Kahramanlığın Noksanı

Yönetmen Ruben Östlund

Yılın en iyi filmlerinden biri olan ve Altın Küre ile Oscar yarışlarında En İyi Yabancı Film adaylıkları bulunan, Avrupa Film Ödülleri’nde En İyi Film ve En İyi Yönetmen kategorilerinde yarışan, Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bölümünde Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Force Majeure (Turist) filmi hakkında yönetmen Ruben Östlund ve filmde Thomas karakterini canlandıran Johannes Kuhnke ile Indiewire’dan Carlos Aguillar’ın yaptığı muhteşem söyleşiyi hem film hakkında Sükût Suikastı’nda yer alan değerlendirme yazısında ele aldığım konuları hakkıyla kapsadığı hem de günümüz sineması adına önemli bilgiler barındırdığı için Türkçe’ye çevirip meraklı okurlarla paylaşma gereği duydum. Umarım faydalı olur. Söyleşinin İngilizce orjinali için bkz. “Lacking Heroism: Dir. Ruben Östlund and star Johannes Kuhnke on ‘Force Majeure’“.

Korku, tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzda bizi güvenlik arayışına iten mantık dışı bir hayatta kalma mekanizmasıdır. Ancak eğer bu içgüdüsel tepki, toplumsal beklentilerle çelişirse ne olur? Bir erkek işin sonunu yahut başına gelecekleri düşünmeksizin ailesini korumak zorundadır, en azından öyle olması gerektiği öğretilmiştir bize. Beklenmeyen bir olay olduğunda, ailesiyle birlikte tatile çıkan İsveçli bir işadamı olan Thomas’ın eşi, onun başka türlü bilemeyeceği bir yanını görür ve onun zayıflığı ile yüzleşmek zorunda kalır. İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un son filmi “Force Majeure” toplumsal cinsiyet, içgüdüler ve karmaşık insan ilişkilerine dair dahiyane bir dram sunuyor.

Film derinlikli ve mizahi üslubuyla, zorluklar karşısında takınacağımız tutum ve davranışlarımızı sorguluyor. Kaçıp uzaklaşır ve bu utançla yüzleşebilir misiniz? Yoksa beklenen şekilde, cesurca tehlikeye göğüs mü gerersiniz? Toplumdaki “kahramanlığın noksanı” endişesi özünde bencil olan doğamızı saklamak zorunda kalmamıza yol açar. “Force Majeure” bu yıl Cannes Film Festivali’nde gösteriminin ardından adından çokça söz ettiren ve yakında sinemalarımızda gösterime girecek bir film. Yönetmen Ruben Östlund ve filmin yıldızı Johannes Kuhnke ile Los Angeles’ta bir söyleşi gerçekleştirdik.

Force Majeure - Mutlu Aile

Carlos Aguilar: Bu denli karmaşık karakterler yaratabilmek ve onların arasındaki ilişkinin derinine nüfuz edebilmek için nasıl bir yöntem izlediniz? Baktığımızda filmdeki çığ sahnesi, karakterlerin birbirine bakış açısını önemli ölçüde değiştiriyor.

Ruben Östlund: Filmin konusu kişisel ilişki tecrübemle de ilintili. “Yanındaki kişiye gerçekten güveniyor musun?“. Kız arkadaşımla bu konuyu konuştuk ve bana şunu söyledi: “Böyle bir durumda senin nasıl davranacağını merak ediyorum“. Bu konudan sadece varsayımsal olarak konuşsak bile, bir erkek olarak biraz incinirsiniz. En azından beraber olduğunuz kadının, böyle bir şey başınıza gelse onun yanında duracak bir erkek olduğunuzu düşünmesini beklersiniz.

İşte bu yüzden konu ilgi çekici, çünkü bu duruma çok da mantıksal bir açıdan yaklaşamazsınız. Bu, hayatta kalma içgüdüsü ile ilgilidir. Günlük hayatınızda gördüğünüz ya da farklı durumlarını bildiğiniz kişiyle bu durumun alakası yoktur. Bir anda meydana gelen bir şeydir. Buna rağmen, böylesi bir “kriz anı”nın bir kişi hakkında derin bir bilgiyi açığa çıkardığını düşünürüz. Bencil olmaktan çok korkarız, ama herkes kendisini düşündüğünde böyle bir tepki verebilir.

İlişki ve aile söz konusu olduğundaysa bencil olmaktan utanırız. Hele de eşitlik temelinde bir ilişki kurmaya çabalarken ve günlük hayat mücadelesine birlikte göğüs gererken böyle bir durum söz konusu olduğunda. Bir erkek olarak aynı zamanda üstlenmeniz gereken bir sorumluluğu almadığınızda kendinizi biraz suçlu hissedeceğinizi de düşünüyorum. İşte bahsettiğiniz çığ sahnesinde de bahsettiğim bu his, durumu son derece hassas kılıyor.

Aguilar: Toplumsal cinsiyet ve hayatta kalma güdüsü hikayenizin merkezinde. Biraz da senaryo sürecinden ve tehlikeyle karşı karşıya kalındığında küçük farkların bile önemli olduğu insan davranışlarından bahsedelim istiyorum…

Ruben Östlund: Bu filmi yazmak benim için oldukça kolay oldu çünkü filmin merkezindeki çığ sahnesi oldukça güçlü ve sorgulamalara açık bir ânı ortaya koyuyordu. Bu hikayenin, toplumsal cinsiyet ve bir ilişkide kadın ile erkeğin rolü hususunda beklentilerimizin altını çizdiği benim açımdan oldukça açıktı. Aynı zamanda filme ilham verebilmesi için çeşitli sosyolojik araştırmaları da kullandım. Mesela bu araştırmalardan birisi uçak kaçırma vakaları hakkındaydı ve bu tarz bir olayı tecrübe eden çiftler arasında boşanma oranının ciddi şekilde yüksek olduğunu ortaya koyuyordu. Kriz anlarında beraber olduğunuz insanın hiç bilmediğiniz bir yanını görürsünüz. Bunun sonucunda da hayatınızın geri kalanını o insanla beraber geçirmemeye karar verebilirsiniz.

Böylesi durumlarda nasıl tepki vereceğimizle ilgili olarak çok fazla önyargı ve beklentiye sahibiz. Bu düşünce kalıplarının önemli bir kısmı Titanic faciası hakkındaki görüşümüzden gelir. Kadın ve çocukların öncelikli olarak tahliye edilmesi ya da kaptanın okyanusun dibine batana dek gemisini terk etmemesi fikri gibi. Ancak istatistiklere baktığınızda, genellikle kurtulan insanların belli yaşlardaki erkekler olduğunu ve ölenlerin de büyük çoğunluğunun kadın ve çocuklardan oluştuğunu görüyorsunuz. Kriz anlarında erkekler çok daha bencil davranışlar sergiliyorlar. Bir trajedinin ardından kahramanları alkışlamaya hevesliyizdir oysa bu insanlar hayatta kalmak için büyük olasılıkla sonradan suçluluk hissedecekleri şeyler yapmışlardır.

Force Majeure - Aile Uykusu

Aguilar: “Force Majeure” üslup olarak kesinlikle “usta işi” ve komedi ile keskin bir gözlem gücü arasında mükemmel bir denge kuruyor.

Ruben Östlund: Amaçladığım üslup mizahı güçlü bir yan ile etkili dramatik anların, zor anlar ve tuhaf sessizliklerin bir karışımıydı. Mesela, çığ sahnesi sırasında bir hayli gurur duyduğum bir an var. Çığ düşmeden hemen önce filmdeki erkek çocuk “Pardon, Parmesan peyniri var mı?” diye sorar. Sonra “Güm!” diye çığ düşmeye başlar. Her zaman bu tarz bir mizahı yakalamaya çalışmışımdır. [Gülüşmeler]

Hotel çekimlerindeki uzun sabit planlar aracılığıyla aile içinde ve çiftin arasında yaşadığı artan baskıyı belirginleştirmeye çalıştım. Belki de insanlara Kubrick’i çağrıştıran da bu oldu, “The Shining” ya da hotel çekimlerinin olduğu diğer filmlerdeki gibi otel sadece bir mekan olarak kullanılmıyor. Herhangi bir duyguyu vurgulamak için müzik kullanmamış olmam ve rahatsız edici sessizlik anlarını göstermem de bu üslupta etkili olmuştur.

Aguilar: Biraz da etkileyici çığ sahnesini konuşalım.

Ruben Östlund: Aslına bakarsanız çığ çekimi Kanada’daki İngiliz Kolumbiyası’nda yapıldı, restoran sahnelerini ise yaşadığım ve çalıştığım İsveç’in Götenburg şehrindeki bir stüdyoda çektik. Sahne yeşil oda, gerçek bir çığ görüntüsü, sette yaratılan bir kar bulutu ile birlikte CGI (Bilgisayar Tasarımlı Grafik) görüntülerin bir birleşimi. Bu sahne için çok büyük umutlarımız vardı. Hedefimiz sinema tarihindeki en etkileyici çığ sahnesini çekmekti [Gülüşmeler]. Tabi bunu başarıp başardığımıza seyirciler karar verecek.

forcemajeure01

Aguilar: Çığ sahnesi hakkında en ilginç bulduğum şey, Thomas’ın ailesini korumak yerine telefonunu ve eldivenlerine odaklanması yüzünden kötü bir aile babası olarak suçlanması oldu. Acaba onun bu tepkisi öncelikleriyle ilgili olabilir mi?

Johannes Kuhnke: Oldukça işkolik birisi ve işine olan bağlantı noktası da telefonu. Ailesi için çok çalıştığından orada olmasının sebebi biraz boş zaman geçirmek. Aynı zamanda kazandığı para da var. Bu pahalı kayak tatillerinin parasını ödemek zorunda. Dolayısıyla, ona göre işi bir hayli önemli.

Ruben Östlund: Bana öyle geliyor ki Eva, ilişkilerinde yanlış olduğunu düşündüğü noktaları çığ sahnesi üzerinden Thomas’a yansıtıyor. Eldiven ve telefonunu düşünmesi yüzünden onu suçluyor. Eğer yakından bakarsanız, çığ sahnesini Thomas kameraya kaydediyor. Telefon halihazırda elinde. Daha sonra da elinde telefonla koşuyor ve Eva da ona bunun üzerinden yükleniyor.

Aguilar: En sonunda Thomas’ın kendini saldığı sahne özellikle çarpıcı, bir oyuncu ve bir yönetmen olarak, bu sahneyi çekmekte ne kadar zorlandınız?

Ruben Östlund: İlk günden beri bu sahneyi konuşuyorduk. Oyuncu seçimleri sırasında, şöyle dedim: “Sahnelerin birinde iyice dibe batıyorsun“.

Johannes Kuhnke: Şimdiye kadar çekilmiş en kötü “ağlayan erkek” sahnesi olmalıydı. Bu sahneyi abartılı bir şekilde çekmek istiyorduk. Komik olmamalıydı; bir sinir krizi gibi görünmeli ama alışkın olduğumuzdan da farklı bir biçimi olmalıydı. Televizyonda ya da filmlerde erkeklerin ağlaması son derece şiirsel bir şeymiş gibi gösterilir, bunun dışına çıkmak istedik. Yere oturmuş küçük bir çocuk gibi görünürken, ağlayan bir erkek.

Ruben Östlund: Hepimiz babamızı ağlarken ilk gördüğümüz anı hatırlarız. Sanırım herkes çocukken gördüğü bu sahne karşısında aynı görüş açısını paylaşır. Babanızı öyle gördüğünüzde, “Aman Tanrım, bu duygusal patlamaya maruz kalmış insan babam olamaz!” diye düşünürsünüz.

Force Majeure - Yüzleşme

Aguilar: Klişeler ve toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgili alışıldık kalıpların tuzağına düşmemek için ne yapmanız gerekti?

Ruben Östlund: Aslında oldukça basit, çünkü bu kalıplar o kadar bariz ki. Kahraman erkek imajı sinemada en çok tekrar edilen imgedir ve kadınlar da neredeyse her zaman birer seks imgesi olarak sunulurlar. Film de bunun hakkında. Alışıldık kalıplar ve sıradan beklentiler… Bir ilişkide sizden beklenen rolü oynamanızla ilgili. Esasen oynamak zorunda kaldığımızı sandığımız rolleri oynuyoruz, diye düşünüyorum.

Aguilar: Filmin çekildiği mekan da bir hayli özel. Karakterler gündelik yaşamlarından uzaktalar ama yine de kayak merkezinde yalnız başlarına değiller. Buna bir de karları yığabilmek için atılan kar bombalarını eklediğimizde oldukça rahatsız edici bir atmosfer söz konusu.

Ruben Östlund: Filmde gördüğünüz patlamaları ve “kontrollü çığ”ları yaratan aygıtlara Gazex tüpleri deniliyor. Kuzey Amerika’da pek kullanılmıyorlar ama Avrupa’da çok fazla kullanıldıklarını söyleyebiliriz. Geceleyin her kar yağdığında, sabah “Bam Güm” sesleriyle uyanıyorsunuz. Sanki bir savaş bölgesindeymişsiniz gibi…

Ayrıca, dağlık alanda olmakla ilgili bir hissiyat da var. Orada doğaya ayak uydurmak zorundasınız, çevrenizde her an bir tehdit olduğu duygusuna kapılıyorsunuz. Kayak için dağa tırmandığınızda bir anda kaybolabilirsiniz ve aynı zamanda doğa karşısında ne kadar küçük olduğunuzu da hissediyorsunuz. Sahnelerde doğru açıyı bulmaya uğraşırken bizim yaratmak istediğimiz atmosfer ve hissiyat da buydu, doğa karşısında insanın ne kadar küçük olduğunu göstermek istedik.

Aguilar: Filmin son kısmında muğlak bir sahne var, ancak ben bu sahneyi Thomas ve Eva’nın ayrılmayacaklarına dair çocuklarına verdikleri bir güvence olarak yorumluyorum. Bazıları ise bu sahneyi farklı yorumlamayı tercih ediyorlar. Sizin bu sahnedeki gayeniz neydi?

Ruben Östlund: Bahsettiğiniz sahne ile ilgili benim hoşuma giden Thomas’ın “Başardık, başardık!” demesinin ardından gelişi. Konvansiyonel sinema bu lafın hemen ardından filmi bitirirdi, ama biz sahneyi biraz daha uzattık. Ayağa kalkmaları, üzerlerindeki karı temizlemeleri ve sonrasında da Eva’nın gidip kayak takımlarını alması gerekiyordu.

Bu sahne sonunda birbirleriyle aynı noktada buluştukları ve bundan sonra mutlu bir hayat sürdükleri anlamına gelebilir, ama öyle değil! Günlük hayatları “Başardık!” sözünün ardından devam ediyor. Daha kayak merkezinden aşağı inecekler, valizlerini toplayacaklar ve dönüş otobüsüne binecekler. Bu sahnenin varlığı, aslında hikayeyi daha hazin kılıyor çünkü böyle mutlu bir sonla film bitebilirdi. Filmi burada bitiremez miydik?

Aguilar: İlişkilerde yaşanan hayal kırıklıkları noktasında romantik komedileri ya da Hollywood’un aşk imgesini mi suçlamamız gerekiyor?

Ruben Östlund: Yetişme tarzı bunun en önemli kaynağı. Tuhaftır çok sayıda romantik komedi izleyen kişilerin, diğerlerine nazaran boşanma oranları daha yüksek. Hayatın nasıl olması gerektiğine dair daha büyük umutları var. Dönüp ilk ilişkime baktığımda, ne olduğu hakkında hiçbir fikrim olmadığını görüyorum, çünkü ne bekleyeceğim konusunda herhangi bir fikrim yoktu. Sinemadan ödünç aldığım herhangi bir ipucuna bile sahip değildim. Böylesi beklentilerle hayatınızı idame ettirmeye çalışmak, her şeyi birbirine karıştırmanıza yol açabilir.

Aguilar: Film bağlamında yahut daha genel anlamıyla gerçek hayatta günümüzde “erkek olmak” ne anlama geliyor sizce?

Johannes Kuhnke: Bana sorarsanız bir erkeğin böyle bir duruma düşmesi güçlü bir ihtimaldir, öte yandan Thomas’ın güçsüzlüklerini ortaya koymakta yeterince cesur davrandığını düşünüyorum. Bu da “erkek olmak” hakkında çok şey söylüyor bence.

Ruben Östlund: Johannes’e katılıyorum. Zaten filmin sonu da bunu anlatıyor. Olduğunu sandığı insan konusunda bir anda başkalarının gözünde gerçeği ortaya koyabilecek biri olduğunu gösteriyor. Utanç da bu demek zaten. Kim olduğunu başkalarına göstermeden önce, bunu kendi içinde kabul etmen gerekir. Öyle olduğumuzu bilsek de başkalarına göstermek istemediğimiz o kadar farklı çehremiz var ki. Oğlu Thomas’a “Sigara içiyor musun?” diye sorduktan sonra “Evet, içiyorum” cevabını veriyor. İşte bu “erkek olmak” yolunda atılabilecek doğru adımlardan birisi bana sorarsanız.

Johannes Kuhnke: Ayrıca ben şöyle düşünüyorum, çocuklarımıza iyi birer insan olmayı ancak onlara rol model olarak öğretebiliriz. Yoksa, büyüdüklerinde ve çocuk sahibi olduklarında verecekleri tepki şöyle olur: “Neden hiç kimse bana evliliğin gerçekten ama gerçekten berbat bir şey olduğunu daha önce söylemedi?” [Gülüşmeler]. Çoğunlukla çocukların yanındayken mutluymuş gibi davranırız, bu yüzden herhangi bir sorunla nasıl başa çıkabileklerini öğrenemezler. Halbuki işlerin nasıl yürüdüğünü bilmeleri gerekiyor.

Aguilar: Filmin İngilizce ismi “Force Majeure” insani kavrayışı ve kontrolü aşan bir eylem anlamına geliyor. Bu kavramın film ile nasıl bir bağlantısı olduğunu düşünüyorsunuz?

Ruben Östlund: İsabetli bir isim olduğunu düşünüyorum çünkü çığ bir metafora dönüşüyor ve kayak merkezi de öyle. Bu, doğanın gücü ve uygar insan arasındaki mücadeleyle ilgili bir film. Doğa insanın uygarlaşmayan yanını ortaya serer. “Force Majeure” terimi Fransızca’da “Mücbir Sebep” anlamına geliyor. Bu kontrol edemeyeceğiniz bir gücü ifade ediyor. Sigorta şirketleri, bu ifadeyi kontrolünüzün olmadığı durumları ifade etmek için yasal bir kavram olarak kullanıyorlar. Evliliğe baktığınızda, onun da yasal bir sözleşme olduğunu görürsünüz. Bu sözleşme de kontrolünüz dışındaki bir olay yüzünden, yani bir “mücbir sebep”ten dolayı feshedilebilir.

1 Yorum

  1. Geri bildirim: Force Majeure (Turist): Mücbir sebep sorumluluğu ortadan kaldırır mı? | Sükût Suikastı

Yorum yapmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s