Edebiyat, Türkiye Edebiyatı
Yorum Yapın

“Haw”lasam, Sesimi Duyar Mısınız Arkanya’dan?

Kemal Varol’un yazdığı ve İletişim Yayınları tarafından yayınlanan “Haw”, önce 2014 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü‘nü kazanmasıyla, ardından da Radikal gazetesinin “2014’ün 100 Kitabı” seçkisine girmesi ve SabitFikir’in “2014’ün Öne Çıkan 50 Romanı” listesinde ilk sıraya yerleşmesiyle dikkatleri üzerine çekti. Hemen herkes tarafından yılın en başarılı kitaplarından birisi olarak gösterilen roman; 90’lı yıllarda, Arkanya adında bize “çooook uzak” bir hayali kasabada, Kuzeyliler ile Güneyliler arasında sürüp giden bir savaşın orta yerinde, yaşama ve aşka tutunmaya çalışan Mikasa adında bir mayın arama köpeğinin hayat hikâyesini anlatıyor.

Haw, belki sıradışı bir konuyu anlatmıyor, yeni bir tekniğe yahut görülmemiş bir yaratıcılığa sahip olduğu da söylenemez. Bir köpeğin anlatıcı olarak seçilmesi, kitapta da gördüğümüz gibi dünya edebiyatında örnekleri bulunsa bile, bir kitabı “ilgi çekici” kılabilir; ama onu “yılın en iyi kitaplarından biri” yapabilir mi? O zaman “alamet-i farikası”nı nerede aramalı romanın?

Haw bir roman olarak, her şeyden önce “kurmacanın büyüsü”nü gösteriyor çünkü bize.

Benim için de 2014 Yılının Öne Çıkan Kitapları‘ndan biri olan Haw, doğrusu sadece geride bıraktığımız yılın değil, son yılların da en iyi romanlarından birisi olarak görülmesini sağlayacak inceliklere sahip. Haw bir roman olarak, her şeyden önce “kurmacanın büyüsü”nü gösteriyor çünkü bize. Kitabın başarısının sırrı, kurmaca ve gerçeklik arasında kurduğu bu ilişkide aranabilir. Zira Haw alışkın olduğumuzun aksine gücünü “gerçekmiş” gibi değil “gerçek değilmiş” gibi yapmaktan alıyor. Gündelik olanın “sıradan”lığı içinde, geçmişimizde ve bugünümüzde “konuşulmayan”ı yahut mütemadiyen iki yanından çekiştirilerek ele alınan bir konuyu; ülkenin yarısında fiili, tamamındaysa “psikolojik” şekilde sürüp giden ve artçı şokları halen devam eden, adını gerektiği gibi koymaya kalkarsak “iç savaş”ı, her an yeniden hortlamaya hazır bu “hayalet”i “edebiyatın kendi içinde”, “kurmacanın imkanları” ile yazabilmek, işte Haw’ın asıl başarısı bu sanıyorum ki.

  • Doğa taraf tutmaz çünkü…

Kurmaca, elbette gerçekten yola çıkabilir, ama ne olursa olsun kendi gerçekliğini yaratmak zorundadır. Bir iç dökme, dert yanma sahnesi değildir edebiyat; aksine gerçeğin sorgulandığı, bilindik anlatıların hedef tahtasına oturtulduğu, kahramanların yahut kahramanlıkların, muktedirin, galibin değil; bireyin ve zaafların, muhalifin, mağlubun, mağdurun, görünmeyenin, bilinmeyenin, her şeyden önemlisi hâkikatin sahnesidir. Yazar olarak Kemal Varol da belli ki hayli farkında bu durumun. Bunu anlamak için Zaman gazetesine verdiği röportajda yer alan şu sözlerine bakmamız yeterli: “Çoğu savaş romanında olduğu gibi, sözü insanlara bıraksam başka bir kitap çıkacaktı ortaya. Savaşın tarafları kendi hakikatlerini anlatacaklardı. Savaşta ilk hedef, hakikatin kendisidir çünkü.

Çünkü her şey bir insanı sevmekle başladığı gibi bir köpeği anlamakla da başlayabilir pekâlâ.

Bu açıdan bir “alegoriler romanı” olarak da görülebilir bu kitap. Radikal’deki söyleşisinde Kemal Varol’un da bu iddiayı destekleyecek cümleler söylediğini görüyoruz: “Romanda anlattığım barınak aslında memleketin küçük bir hali belki de. Kıskançlıklar, zalimlikler, iktidar savaşları, cinsiyet ayrımları; hepsinin örneklerini bulmak mümkün“.  İşte bu yüzden belki de, hikâyenin ev sahipliğini Arkanya adında hayali bir kasaba yapıyor romanda. Doğulular ile Batılıların değil Kuzeyliler ile Güneylilerin, asker ile gerillanın değil insan ile insanın, insan ile doğanın, insan ile hayvanın savaşıdır anlatılan. Çünkü her şey bir insanı sevmekle başladığı gibi bir köpeği anlamakla da başlayabilir pekâlâ. Bu çıkış noktasından yola koyulmuş olsa gerek; örgüt, gerillalar, siyasi “sempatizan”lar, resmi görevliler, askerler, işkenceler, gözaltında kaybedilenler, JİTEM, PKK, Hizbullah, Korucular ve elbette köpeklerle birlikte tüm doğanın ve canlıların yaşamını etkileyen savaşı bir köpeğin bakış açısından “fabl”laştırarak, masalsı, sade, sakin, sahici bir şekilde yazıya aktaran Kemal Varol; anlatının orta yerinde duran savaşta iki tarafa, hatta savaşın tek tarafı olan “insan”a da mesafeli durarak, yanıbaşımızda olan ama savaşta ne acılar çekmiş olabileceğini bile düşünmediğimiz bir canlının ağzından anlatıyor hikayesini.

“Olmazsa dağlara sığınırız. Savaş başladığından beri kaç kişinin kemiğini sakladı içinde; bizi de taşıyacak, bizi de koynunda saklayacak bir koyak bulunur elbet. Dağlarda saklanırız. Doğa taraf tutmaz çünkü. Kendisine sığınanların haklı ya da haksız olduğuna bakmaz.”

Romanda Mikasa’yla gerçekten ilgilenen ve ondaki hani deyim yerinde olmasa da “insani” yanı gören, belki Mikasa’nın “gerçek aşkı” Melsa’ya nazaran ona daha çok önem veren ve gerçekten en güzel isimlerden birine sahip olan Adıgüzel, içine sürüklendikleri savaştan “kurtuluş yolu”nu yukarıda alıntıladığım bu cümlelerle gösteriyor Mikasa’ya.

  • Savaşın en kötü tarafı, bir zaman sonra kimin haklı olduğunu unutturmasıydı

Kitap hakkında -rastladığım- nadir olumsuz “eleştiri”lerden birini Sabitfikir’de Nazan Maksudyan kaleme almış. Maksudyan yazısında anlatıcı kahraman olarak bir köpeğin seçilmesine rağmen, anlatının bir köpeğin ağzından yazıldığını hissetmediğini belirtiyor. Yazıdan alıntılarsak; “Kemal Varol’un Mikasa’sı bedensel olarak bir köpek gibi anlatılsa da bana yeni bir bilme, yeni bir düşünce biçimi vaat etmedi“. Söylemek istediği aslında romanın başkahramanı ve yarı-anlatıcısı Mikasa’nın bir köpek olarak varoluşuna inanamadığını belirtmek. Bu tespitte haklı belki Maksudyan, zira özellikle romanın başında daha sık, ileriki bölümlerdeyse daha nadir olarak köpeğin dilinden konuşan ve onun zihninde düşünen bir insanın gölgesi dolaşıyor satırlar arasında.

Kemal Varol, her şeyden önce çocukluğunun ve ilk gençliğinin geçtiği 90’ların Diyarbakırı’nda yaşananları anlatmak ve bunu da kurmaca diline dönüştürerek nitelikli bir roman ortaya koymak istemiş.

Öte yandan, bunu bir eksiklik olarak okumak durumunda değiliz bana sorarsanız. Daha ziyade ikinci romanında henüz dilini bulmaya çalışan, buna rağmen oldukça nitelikli bir yazarın farklı ve olgun bir edebiyata doğru yol aldığını düşünmek de mümkün. Zira belki Madam Bovary olabilirsiniz ama Mikasa olmak kolay değildir, ancak çok istisnai yazarlar o seviyeye erişebilir. Zaten böyle bir şeyi yazarın da amaçladığını sanmıyorum. Kemal Varol, her şeyden önce çocukluğunun ve ilk gençliğinin geçtiği 90’ların Diyarbakırı’nda yaşananları anlatmak ve bunu da kurmaca diline dönüştürerek nitelikli bir roman ortaya koymak istemiş. Bu açıdan bakıldığında alegorik bir romanda köpeğin gerçekliğine de yaklaşma çabası önemli, ama meselesini “edebiyatın kendi içinden”, “kurmacanın dilinden”, bir ‘modern fabl’ yahut “fabl roman”, aynı zamanda bir “aşk romanı” ve de ‘bir savaş masalı’ olarak yazmak, bu birbirinden farklı boyutları romanın bütünlüğüne hizmet etmeleri için birleştirebilmek de bir hayli değerli bir çaba.

Çünkü biz hikayeleri, gerçeklerden daha çok severiz!

Bir köpeğin nasıl yürüdüğünü; yemeğe, insanlara, diğer köpeklere ve hayvanlara nasıl yaklaştığını, aklından neler geçebileceğini, neler hissedebileceğini, neler isteyebileceğini köpeklerle ilgili yazılmış kitaplardan öğrenebiliriz. Ya da “doğuda” yıllarca süren savaşın insanlara nasıl tahribat verdiğini, yakılan yahut boşaltılan köyleri, evlere yapılan geceyarısı baskınlarını, dağa çıkan gençlerin hayatlarını, operasyona giden askerlerin yaşadıklarını, yöre halkının savaş yüzünden çektiklerini, resmi görevlilerinin içinde bulunduğu zor durumu, tüm bunları 90’lı yılları anlatan söyleşilerden, tanıklıklardan, araştırmalardan, dedikodulardan da öğrenebiliriz.

Haw’ı okuyup da “Kürt Meselesi”ne bilindik kalıplarla yaklaşamazsınız artık!

Ne var ki bizi “olay”ın hakikatine yaklaştıracak olan, savaşın içindeki ruh halini, sıradan insanın yahut bir sokak köpeğinin günlük yaşantısını, hislerini, ezcümle “yaşam savaşı”nı ancak edebi metinler bu kadar etkileyici ve derin bir şekilde anlatabilir herhalde. Çünkü biz hikayeleri, gerçeklerden daha çok severiz! Çünkü basit metinler, rakamlar, istatistikler, haberler salt görüneni, olup biteni aktarır okuyucusuna. İnsan ruhunun derinliklerine giden yolu açansa edebiyattır, “has edebiyat” elbette. Güçlü bir kurmaca metin öyle bir yerinizden kavrar ki sizi, oturduğunuz rahat koltukta bırakmaz artık ruhunuzu. Tam da bu yüzden, Haw’ı okuyup da “Kürt Meselesi”ne bilindik kalıplarla yaklaşamazsınız artık!

Son sözü yazara bırakmak en iyisi belki de. Bir yazarın kendi eseri hakkında konuşması her zaman güç ve sancılı olsa da Kemal Varol’un “Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü”nü alırken yaptığı konuşmada dile getirdiği şu cümleler, yazarın ne yapmaya çalıştığını ve okur açısından da neyi başardığını, belki de bu yazıdan çok daha açık, sade ve başarılı bir şekilde ortaya koyuyor:

“Doğrudan anlatmak yerine, hep kıyısından köşesinden anlatmayı, meselemi dilin içine saklamayı, sembollere sığınmayı, mümkünse bir zaman sonra o dilin içinde kaybolmayı, toplumsal bir meseleyi anlatmaya soyunurken anlattıklarımla kendi arama da bir mesafe koymayı, asıl anlatmak istediğim meseleye odaklanmak yerine onun çevresinde gezinmeyi, o toplumsal meseleyi anlatırken benimle aynı anda o meseleye bakan çok çeşitli gözlerle de bakışımı çeşitlendirmeyi, güncelin tuzaklarına düşmemek için kahramanlarımı bir masalın kollarına bırakmayı tercih ettim.”

Hamiş: Yazarın, Haw romanının taslağı olarak yazdığı bölüm için bkz. “Korku

Yorum yapmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s