Okumak, yalnız yapılan, hatta biraz da “mahrem” bir etkinlik olarak görülür hep. Buna rağmen hepimizin başına gelmiştir; toplu taşıtlarda ya da bir bankta oturup sessiz, sakin, kendi başımıza elimizdeki kitabı, yahut haftasonu en sevdiğimiz gazete ekini almış büyük bir şevkle okurken, yanımızdaki burnunu -hatta kafasını- okuduğumuz metne sokar! Haliyle sinir olur, mahremiyetimizin işgal edildiğini düşünürüz. Okumanın mahremiyetinin farklı bir boyutu daha var, o da şu: okumadığımız klasikleri okumuş gibi yapmamız, hangimiz yapmayız ki bunu? Calvino’nun dediği gibi klasikler, okumamış olsa bile herkesin hakkında fikir sahibi olduğu kitaplardır. Ülkemizde adeta tekerleme halini almış şu laf mesela: “Orhan Pamuk çok satıyor, ama kimse okumuyor, herkes yarıda bırakıyor“. Hem kim bilecek ki okuyup okumadığımızı? Önemli olan sohbete katılmak, eh bir kitap ya da yazar hakkında genelgeçer şeyler pek güzel söylenebilir ne de olsa. Doğrusunu söylemek gerekirse artık işler biraz değişiyor. Nasıl mı?
Elektronik Çağ’da yaşıyoruz, mâlum. Elektronik kitap kullanımı da gittikçe yaygınlaşıyor. Hatta e-kitaptan sonra, nur topu gibi “yeni” bir kavram doğurdu edebiyat dünyası: b-kitap (B-asılı). “Her şey hızla elektronikleşiyordu, önceliği kitaba verdiler” mi demek gerekir, yoksa “offline olan her şey on-line’a dönüşüyordu” mu? “Kitabın sonu” geldi, “basılı kitap bitiyor!” nutukları atılmaya başlanalı yıllar oluyor gerçi ama Umberto Eco’nun da dediği gibi, belki de şöyle cevap vermek gerekiyor bu “kötümser”lere: “Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın“!
Her ne kadar ülkemizde şu an için e-kitap çok yaygınlaşmamış olsa da, dünya basınında hemen her gün çeşitli mecmualarda yayınlanan araştırma ve tartışmaların konusu oluyor. Hafta içinde New York Review of Books’un blogunda yayınlanan Francine Prose imzalı “They Are Watching You Read” (Tr. Kitap Okurken İzleniyorsunuz) makalesiyse, elektronik kitap tartışmalarına yeni bir boyut kazandıracak gibi görünüyor. İngiliz The Guardian gazetesindeki bir yazıya atıfla şu bilgileri veriyor Prose: İngiltere’de Koba e-okuyucu sahibi olan ve bu yıl itibarlı Pullitzer ödülünü kazanan Amerikan yazar Dona Tartt’ın “The Goldfinch” (Tr. Sakakuşu) romanını satın alan okuyucuların sadece %44’ünün kitabı bitirebildiği belirtiliyor. 2014’de sinema uyarlamasını izlediğimiz “12 Yıllık Esaret” kitabını bitirebilen okuyucuların oranı ise sadece %25. Kobo adlı e-okuyucu firmasının açıkladığı veriler İngilizlerin okuma alışkanlıkları, hangi kitapların popüler olduğu, insanların bir romanın ne kadarını okuduğu gibi ayrıntılı bilgiler içeriyor.
İyi ama bu bilgi ya da bulgular ne ifade eder ki? Kanada, Amerika, İngiltere, İtalya, Hollanda ve Fransa’nın da dahil olduğu ülkelerde yaşayan 21 milyon kullanıcıdan “anonim” olarak derlenen bu veriler ne işe yarayabilir? Daha da önemlisi başımıza ne dertler açabilir? Biraz ütopik görünebilir belki ama ilk olarak “anonim” olarak toplanan bu verilerin bir de “kullanıcı verileri” olarak yayınlandığını düşünün! Her kitap hakkında ahkâm kesebilen “eleştirmen”lerin kitap okuma verileri yayınlansa mesela? Ya da yayıncıların “okuyucuların hassasiyeti”ni dikkate alarak yazarlara “sipariş” verdiklerini, bitirilemeyen “uzun” kitaplar yerine kısa kitapları yayınlamayı tercih etmelerini, yazarların bütün bir kesinlikle okuyucuların okuma alışkınlıklarını bilebildiklerini ve yayın sektörünün artık tamamen pazarlamanın eline geçtiğini bir düşünsenize? Pekâlâ, “alan memnun satan memnun” olduktan sonra kitapların okunup okunmadığı ne kadar önemlidir? Belki siz de Schopenhauer gibi “hayat kötü kitaplar için çok kısa” diye düşünüyorsunuzdur kimbilir?
E-kitapların okuma alışkanlıklarını değiştirdiğine şüphe yok. Yapılan araştırmalar e-kitap okuyucularının daha az konsantre olabildiğini, okuduklarının daha azının akıllarında kaldığını, elektronik bir cihaz üzerinden okumanın uyku sorunları yahut fiziksel rahatsızlıklara yol açabileceğini ortaya koyuyor. E-kitap satışları hızla artsa da, yaygınlaşmasının önündeki en büyük engellerden birisi fiyat. Zira eğer daha önce e-kitap satın almayı düşündüyseniz, b-kitap ile e-kitap arasında önemli fiyat farkının olmadığını görmüşsünüzdür. Elbette fiyata yansıyan önemli etkenlerden birisi de vergi uygulamaları. Daha 2013 yılına kadar Türkiye de dahil birçok ülkede e-kitap için, basılı kitaptan daha fazla vergi alındığını (Türkiye’de %18’e %8 idi, şu an ikisi için de KDV oranı %8) hatırlatmak aydınlatıcı olacaktır.
Türkiye’de E-kitap pazarına baktığımızda Fortune dergisinin 2 Ocak 2015 tarihli yazısı şöyle bir tablo sunuyor:
Bu yıl sonunda 15 bin kitaplık içeriğe sahip olacak e-kitap sektörünün 2015 sonunda 50 bin kitaplık içeriğe ve yüzde 20’lik paya ulaşacağı ön görülüyor.
E-kitapların yaygınlaşmasının “olası olumlu sonuçları”ndan bahsetmek de olası. Örneğin geçtiğimiz günlerde vahşice bir katliama maruz kalan Charlie Hebdo mizah dergisinin kitap dergisi olan Livres Hebdo’da yayınlanan ve British Library’nin yaptığı araştırmaya dayanan bir haber; e-kitapların artmasının, eğer modernizasyonu gerçekleşirse, kütüphaneler için “krizi fırsata çevirmek” olarak görülebileceğini iddia ediyor. Çünkü modern teçhizatlar ve çevrimiçi bağlantılar ile donatılmış bir kamu kütüphanesinin daha fazla insanı çekebileceği, 2013-2014 döneminde İngiltere’deki kütüphaneleri %10 daha fazla insanın ziyaret etmiş olduğu gerçeğiyle ikna edici bir biçimde ortaya konuluyor.
Ülkemizdeki “kitap okuma(ma)” alışkanlığı var bir yanda da… Eğitim Ajansı’nın DESAM(Demokrasi ve Eğitim Strateji Merkezi)’ın Ar-Ge raporuna dayandırdığı habere göre “Türkiye’nin Acil Kitap Politikasına İhtiyacı Var!“. Zira, “Türk halkı günde 6 saat televizyon izliyor, günde 3 saat internete giriyor fakat kitap okumaya ancak yılda 6 saat vakit ayırıyor“. Bir karşılaştırma yapacak olursak, “AB ülkelerinde yüzde 21 olan kitap okuma oranı, Türkiye’de sadece yüzde 0,01“. Buna da şükür, diyecekseniz bir daha düşünün! İşin aslı şu ki, ülkemizde “en çok fıkra kitapları, Namaz hocası ve Dua kitapları ile aşk kitapları okunuyor“. UNESCO raporuna göreyse Gambiya ve Fildişi Cumhuriyeti ile birlikte dünyada 86. sıradaymışız. “Elektronik meraklısı” ülkemizde “ayda cep telefonu ve iletişim masraflarına 213 lira ayıran 4 kişilik bir Türk ailesi kitaba ise ayda değil yılda sadece 6,5 lira ayırıyor” imiş. Bu iç karartan istatistiklere devam etmek içimden gelmiyor ama son bir bilgi daha paylaşayım: “Bin 118 kütüphaneye karşın Türkiye’de 600 bini aşkın kahvehane bulunuyor“muş.
Yani e- ya da b-kitap fark etmiyor, bizim için ödev öncelikle okumak, hem de çok okumak. Ama okurken de “doğru” kitapları okumak. Bu konuda da yayıncı ve eleştirmenlere, ama daha da önce öğretmen ve yazarlara büyük iş düşüyor. Biraz “öğretmen” gibi bitirdim bu yazıyı ama ne yazık ki durumumuz vahim. Daha çok okurun olduğu bir ülkeye ve de dünyaya… O zaman her şey farklı olacak, sanırım.
Geri bildirim: Nasıl Daha İyi Bir Okur Olunur? | Sükût Suikastı