Benim Kitaplarım, Edebiyat, Sevdiğim Yazarlar
Comments 2

Firar: Alice (Munro) Harikalar Diyarında!

Geçen gün, Kanadalı yazar Alice Munro’nun “Firar” (Can Yayınları, Mart 2014) kitabını okurken, Sinedebiyatro’nun Facebook sayfasında şöyle bir not yayınlamıştım: “Geçen yıl Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasa belki de çok azımız tanıyacaktı Alice Munro‘yu. Şüphesiz büyük kayıp olurdu, 83 yaşındaki bu güzel “öykükadın”ı tanıyamamak!“. Bu yıl ödülün Fransız yazar Patrick Modiano’ya (yazar hakkında bilgi için bkz. “Patrick Modiano Hakkında Bilmeniz Gereken 10 Şey” adlı yazım) verilmesiyle bir yıl öncesine gidip, ödül verildiğinde Munro’yu da tanımadığımı hatırladım. Zaten Nobel ödülüne biraz da böyle bakmak lazım bana sorarsanız, “bir yazarı dünya okurunun gündemine getirmek” olarak. Konumuz Nobel Edebiyat Ödülü olmadığı için bu kısmı uzatmayacağım. Söylemek istediğim Alice Munro’yla geç de olsa tanıştım ve bunun ne mucizevi bir tanışma olduğuna hala şaşırıyorum! Bu yazıyla, henüz Munro’nun öykülerini okumamış olanlarınıza “şimdi sıra sizde” mesajını vermek istiyorum işin doğrusu. Okuduğum ilk kitabı “Firar”dan (İngilizce Orjinal Adı: Runaway) yola çıkarak Munro’nun öykülerinde beni büyüleyen noktaları hem anlamak, hem de anlatmaya çalışacağım.

Munro, Kanada’da kitapları en çok satan yazarlardan birisi olsa da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanana kadar uluslararası ünü ve başarısı sınırlı olmuş. İngilizce yazan yazarın toplamda ondört kitabı yayınlanmış, Türkçe’ye ise geçtiğimiz günlerde kazandırılan “Sevgili Hayat” ile birlikte beş kitabı çevrilmiş durumda. İngilizce kısa öykü konusunda “yaşayan yazarların en büyüğü”, “Çağımızın Çehov’u” olarak görülen Munro hep öykü yazmış (Lives of Girls and Women novella ya da roman olarak görülebilir), onlarca öykü… Bir “kadın yazar” olarak yarattığı kadın karakterleri sahici ve yaşayan birer kimliğe büründürebilmiş Munro. Her öyküsü roman derinliğinde ve değerinde olan Kanadalı yazar “öykü sevmiyorum/okuyamıyorum” diyenlere bile öyküyü sevdirecek ve büyük bir hayranlıkla okutabilecek metinler kaleme alıyor. Son derece sade ve doğal bir anlatımla, her bir kelimenin üzerinde durarak yazdığı öyküler bilgece yazılmış birer “modern çağ trajedisi” olarak okunabilir. Bazen bir Yunan trajedisini anımsatıyor anlatı, bazen bir Rus romanını, bazen de Sheakspeare’in dramalarını… Bu söylediklerimi “övgü” olarak görebilirsiniz, ancak bunlar benim uydurduğum değil, Munro hakkında yazılanlardan oluşan bir derleme sadece. Hani günün dünyasında bu kadar fazla övülen kişi (yazar) ya da ürünler (kitap) insana biraz kaygı verir, abartı yahut reklam gibi gelir; sadece Firar‘ı okuduktan sonra bile gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, Munro hakkında söylenenlerin hepsi doğru!

Orjinali 2004 yılında yayınlanan Firar, sekiz öyküyü içeriyor, tüm öykü adları tek bir kelimeden oluşuyor: Firar, Şans, Yakında, Sessizlik, Tutku, Hatalar, Entrikalar ve Güçler. Kitaba ismini de veren ilk öykü, hayatında ve evliliğinde tıkanmış olan Clara’nın “kaçış çabası”nı anlatıyor. Şans, Yakında ve Sessizlik Juliet’in yaklaşık kırk yıllık hayatının belli başlı dönüm noktalarını aktarıyor: Bir genç kadın olarak çıktığı bir yolculuk, aile evine geri dönüş ve bir anne olarak kızının hayatından çıkışını. Tutku’da Grace’in yirmili yaşlarında başından geçen tuhaf bir maceranın hatırasını okuyoruz. Hatalar’da küçük bir kız olan Lauren’in ailesiyle birlikte yeni taşındığı kasabada geçmişinin bilinmeyen hikayesi açığa çıkıyor. Entrikalar ise bir karışıklığın Robin’in hayatında yıllar sonra ortaya çıkışına tanık ediyor bizi. Son olarak altmışaltı sayfayla kitabın en uzun öyküsü olan Güçler’de; Nancy, psişik güçleri olduğu düşünülen arkadaşı Tessa, Nancy’nin evleneceği Wilf ve kuzeni Ollie’nin 1927 yılında başlayan ilişkilerinin onyıllar boyunca geçirdiği dramatik anların hikayesini izliyoruz.

Firar, okuduğum eleştiri ve değerlendirme yazılarında Munro’nun “en iyi kitabı” olarak görülmese de “Yeni Başlayanlar İçin Alice Munro”ya “giriş kapısı” olarak anılıyor. Munro’nun asıl şaheserinin ise Türkçe’ye “Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik” adıyla çevrilen kitabı olduğu ve Firar’ dan sonra okurların bu kitaba geçmesi tavsiye ediliyor. Küçük kasaba hayatının, kadın olmanın zor(unlu)luklarının, eşsiz aydınlanma anlarının, farkında bile olunmayan hayatın dönüm noktalarının yazarı Alice Munro’nun; Firar‘da yer alan öykülerini en iyi anlatan ifade, kitapla aynı adlı hikayede, anlatıcının Carla’nın hayata kaldığı yerden devam etmesi üzerine başvurduğu şu benzetme belki de:

Sanki ciğerlerinde öldürücü bir iğne vardı da, dikkatli nefes alırsa hissetmeyebiliyordu. Ama zaman zaman derin bir nefes alması gerekiyor, o zaman iğnenin hala orada olduğunu anlıyordu. (Sayfa 56)

Alice-Munro-Runaway

Yeni Başlayanlar İçin Alice Munro  

En genel anlamıyla hayatın kendisini anlatıyor Munro bu kitaptaki sekiz öyküde. Munro’nun hayatı boyunca yaşadığı Ontario yakınlarındaki Huron County’deki küçük kasabalarda geçiyor bu hayatlar. Munro’nun belki de en büyük başarısı bu kadar uzak bir coğrafyayı ve bir hayli farklı bir kültürden insanları -bilhassa kadınları- bizler için tanıdık kılabilmesi. “Peki ne anlatıyor bu kadın öykülerinde?” diye sorarsanız, Amerikalı roman ve deneme yazarı Jonathan Franzen’in New York Times’ta yayınlanan yazısında çizdiği şablonu sunabilirim size. Tabi Franzen’in, bu genelleştirmesinin Munro’nun yaklaşık 50 yıllık yazarlık hayatını özetlediğinin altını çizerek. Maddi durumu pek iyi olmayan, eğitim görmüş, annesi hasta, babası ise ikinci evliliği konusunda mustarip olan genç kadınların eline geçen bir fırsatla bir şekilde evinden uzaklaşmasının hikayesini anlatıyor Munro. Genç evlenen, evinden farklı bir kasabaya yahut küçük bir şehre taşınan, çocuklarını büyüten; zaman zaman romantik maceralar yaşayan, ama sonunda ait olduğu yere salt ziyaret amacıyla bile olsa dönen, orada geçmişin izlerini arayan kadın karakterleri. Belirli anların hayatının dönüm noktası olduğunu çok sonra, dönüp geçmişe baktığında fark eden kadınların hikayesi aynı zamanda anlattığı. Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi kitabında kahramanı Kemal’in söylediği, Munro’nun kahramanları için de geçerli kuşkusuz: “Hayatımın en mutlu ânıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir miydim, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?” Geçmişteki karışıklıkların, kazaların, bilinmezliklerin yahut mecburiyetlerin yeni bir yön verdiği hayatına geri dönüp, ortaya çıkan hikayede aslında ne kadar fazla dönüm noktası olduğunu görüp şaşıran, hafızanın ve geçmişin şu anda ona sunduklarıyla yetinmek zorunda olan, yani “gerçek yaşayan” kadınların hikayesinin yazarı Alice Munro.

Bu öykülerde anlatılan hayat, daha çok “geç(me)miş hayat” aslında. Sanki şunu fısıldıyor bu metinler bize: “Geçmiş bitmiş bir şey değildir, arkada kalmaz, bugündedir geçmiş…“. Karakterlerini birkaç aydan kırk yıla kadar uzanan bir geçmişe yollayan yazar, o geçmişi de o gün yaşandığı gibi anlatmaya çalışıyor. Yani bugünün gölgesi düşmeyen, anakronik bir bakışla açıklanmayan, geçmişi alıp bugüne getiren bir üslubu benimsiyor. Bazen bir mektupla, ya da bir günlük yazısıyla, bazen çıkılan bir yolculukla, bazen belleğin garip oyunlarıyla, bir karşılaşma ya da tanışmayla, hayatın garip bir tesadüfüyle dönülen bir geçmiş bu. Bunun için başarıyla kullandığı kurmaca teknikleri var Munro’nun. Geçmişin “şu anlığı”, geleceğin bilinmezliği, karakterlerin yaptığı seçimleri anlamamıza ve okuyucu olarak kendimizi onlara daha yakın hissetmemize neden oluyor. Buna rağmen, kitaptaki öykülerin çoğu şimdiden başlıyor işe. Zaman içerisinde ileri/geri giderek, diyalogları aktarırken karakterlerden anlatıcıya geçerek metnin ritmini olması gerektiği gibi yönetiyor Munro. Belki de anlatmaya çalıştığım “geçmiş” kavramını, Munro son öyküdeki anlatıcının ağzından Nancy’nin çabasını tanımlarken en iyi ifadesiyle sunuyor (Sayfa 346):

Çocukları “geçmişte yaşamaya” başlamadığını umduklarını söylüyorlar.

Ama ona sorulursa yaptığı, vakti olursa yapmak istediği şey geçmişte yaşamaktan ziyade, geçmişi açıp iyice bakmak.

İyi bir anlatı kurmak için iyi bir hikayeye ve bu hikayeyi taşıyacak karakterler ile olay örgüsüne ihtiyacınız vardır. Munro tüm bunları olanca doğallığı ve sadeliğiyle hiç zorlanmadan beceriyor görüntüsü veriyor Firar‘da. Hikayeye dahil edilen her bilgi, akışı ve anlamı değiştiriyor. Elindeki tek kurşunu sonuna kadar saklayıp sürprizli bir final yaparak iyi öykü yazdığını düşünenlerin aksine, Munro malzeme yönünden hiç sıkıntı çekmiyor ve her kurşununu yeri geldiğinde tam onikiden vurmak için kullanıyor. Hikayenin hiçbir ayrıntısı sırf atmosfer yaratmak için heba edilmiyor, adeta karakterlerinin DNA’sını çıkarıyor Munro, her bir bileşen, bir ağa bağlanıyor, bu ağlar daha büyük bir bütünü, hikayenin anlamını oluşturuyor. Ve tüm bunları çok güzel bir dille yapıyor Munro. Kitabın hem İngilizce orjinalini, hem de Türkçe çevirisini okuduğum için Munro’nun her bir cümlesinin ne kadar güzel, ne kadar anlamlı ve ne kadar yeni olduğunu çok daha iyi idrak edebildim sanıyorum ki. İstediği anlamı verebilmek için en doğru kelimeleri ve en doğru anlatımı büyük bir ustalıkla bulmasına hayran oldum Munro’nun.

Bu yazının başlığına da esin kaynağı olan “Alice’s Wonderland” adlı yazısında Jonathan Franzen’in belirttiği gibi belki de bir metni en iyi anlatan özet, metnin kendisidir. Bana sorarsanız Firar, “yazılmış en iyi öykü kitaplarından birisi”, ki Guardian gazetesinden Elizabeth Ray’de benimle aynı görüşte ve “En İyi 10 Öykü Kitabı” derlemesinde Firar’a da yer vermiş. Franzen’in dediği gibi size yegane tavsiyem; “Alice Munro’yu Okuyun!” olabilir.

2 Comments

  1. Geri bildirim: “İyi okurlardan” kitap önerileri | Muhammed Atalay

  2. Geri bildirim: 2014 Yılının Öne Çıkan Kitapları | sinedebiyatro

Yorum yapmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s