(Zorunlu bir Giriş yahut bir parantez arası… Bu öyküyü askerdeyken yazmıştım. Notos’un genç yazarlar için bir nevi yarışma olarak düşünülebilecek “Bu Resmin Öyküsünü Yazar mısınız?” bölümünde yer alan Magnum Photos sanatçısı İspanyol fotoğrafçı Cristina Garcia Rodero’nun aşağıda göreceğiniz resminin öyküsünü yazmayı denedim ben de. Malesef yazdığım öykü Noto’un Ağustos-Eylül sayısında yer almadı, daha önce de bir kez denemiştim, bu denemem daha derli toplu göründüğü için blogdan sizlerle paylaşmak istedim. Ne diyelim, denemeye ve yazmaya devam! Umarım beğenirsiniz, varsa eleştiri/yorum ve değerlendirmelerinizi de merakla beklerim. Şimdi öykü vakti…)
“Çok yorgunum baba”, dediydi yavrucağız. Anası, aha burda, “Kızım geç şuraya kıvrılıver de işimiz bitince evimize gidek” dediydi. Tarlada bir döşek vardır, biz sal deriz. İşte bizim sala uzanır uzanmaz sırtını döndüydü bize. Artık uyuya mı kaldı, yoksa etrafı mı izliyordu bilmiyorum. Amma daha yeni yattıydı, yavrum meğer orda sessizce ağlamış, ağlamış da haberimiz yokmuş. Tabi anasıyla biz sonra fark ettik gözlerinin ıslanmış olduğunu. Anası, “biz köylünün yüzüne nasıl bakarız?” diye sızlıyordu ikide bir. Sinirim tepeme çıkıp çıkıp iniyordu. Çıkıyordu da beyim, elden ne gelir? Bizim de kaderimiz buymuş demek, diyordum. Yağmura kalmadan şu işi bitirek de tez elden eve gidek, diyordum hanıma. Hava da fena bozduydu ha! Sıcaklar başladı başlayalı, ekinler bir damlacık yağmur yüzü görmediydi. Hayırlısıyla bir eve gidek de, diyordum, kazanı sobanın üstüne koruk, ocakta patates kızartırık. Bizim akılsız oğlan yoğurdu mayalayıp tel dolaba koymayı da unutmadıysa eğer… Nasip değilmiş demek hâkimim, ne edersin? Allah ne yazdıysa o, kim kaderine karşı koyabilmiş ki? Köylü de ne derse desin, diyordum, ne yapayım, bir evin bir kızı. Dizleri hep yara bere içindeydi yavrucağızın. Allah bilir başına ne geldiydi? Eee, akılsız başın cezasını ayaklar çekiyor işte beyim. On gün oluyor, çıkıp gitmiş evden. Ben başka bir hayat istiyorum, demiş kardeşine. O ne demekse? Tutturmuş başka da başka. Hey Allahım! Zaten on beşinden beri böyleydi bizim deli kız. Başını örtmez, ayağına düzgün bir şey geçirmez. Nerden bulmuşsa gayrı, alır o kitapları eline, oku babam oku. Kak kız anana yardım et, derdim de öte yana dönerdi yüzünü. Keşke okutaydık bari diyorum. O hayırsız oğlan okusun diye elimizde avucumuzda ne varsa dökceğimize, okutaydık şu kızı. Sonu böyle olmazdı belki de. Ne diyeyim hâkim bey, denecek bir şey mi var işte? Ne diyeyim? Allah rahmet eylesin, Allah günahlarını bağışlasın.
İşte, kız yatalı yarım saat mi oldu, kırk dakika mı bilmem, o deyyus nerden çıktıysa gelmiş karşımızda dikeliyor. Çalı süpürgesiyle tahılları kenara yığıyorum o vakit. Bizim hanım da arpa saplarını eliyor. Kız, az ötemizde yatıyor. Eşşoğlueşşek ayağına düzgün bir şey de geçirmemiş, varsa yoksa yarım bir etek. İşte o herif de, şöyle on adam boyu ötede. Derken çıkarıp bir de resmimizi çekmesin mi? Bir anda tepem attı hâkim bey, ne edeyim, elim ayağım boşandı yeminle. Şeytan dürttü beyim, şeytan! İblis, elimden tuttu da o herifin yanına sürükledi sanki. Süpürgeyi elimden ne ara attım, yerde çakılı kazığı söküp deyyusa nasıl saldırdım, anam avradım olsun hatırlıyorsam. Hanım, o halimi görünce anlamış zağar bir musibet olacağını, eleği attığı gibi peşim sıra koşmuş. Koşmuş amma ne çare… Bizim kız, tabi bağırış çağırışa uyanmış o arada. Hanım diyor ki; o dağ gibi kız taş kesilmiş bir anda sanki ayağa kalkmış amma hiç kıpırdamamış. Ne bir ses, ne bir söz. Bembeyazmış, durduğu yerden öyle boş boş o herifin ölüşünü izlemiş. Gözünden koca bir damla yaş süzülüyormuş sadece. Gözleri kan kırmızıymış. Benim gözler aklımda tek. O gözler, nasıl diyeyim hâkim bey, aha yumruğum gibi kocaman olmuş da dersin patlayıp yumurtanın akı gibi akacak. Hani görsen dersin ki, bu kız kalkıp babasını kıtır kıtır keser. Arkamı döndüğümde onu öyle görünce, içimden bir parça kopup gitti. Bu kez bizim kıza, yer misin yemez misin! Başımıza ne geldiyse bu kız yüzünden geldi ya hâkimim, gene de ben yavruma bugüne kadar tokat atmış insan değilim. Aha inanmıyorsan sor bizim avrada söylesin. Bir baba kızına nasıl kıyar hâkimim, sen söyle. Amma ne edersin, kendimden geçmişim biliyon mu? Aklım yerine geldiğinde bizim parselin başındaki zeytin ağacının dibinde oturuyordum. Tepemde jandarmalar dikilmiş, kafamdan aşağı tasla sular döküyorlar hâkimim. Bizim hanım, sen kadın halinle yalın ayak köye kadar koş. Köy de uzak ha! O sıcakta benim diyen bir saatte ancak gider. Hanım ne yapsın, elinden bir şey gelmeyince jandarmaya haber vermeye gitmiş. Vallahi hâkim bey, ben kızımın yüzünü açıp da son bir kez bakamadım. Amma jandarmanın elinden kurtulup, tüm bunları başımıza açtığı için o herifin ölüsünü tekmeledim, doğruya doğru. Deyyus! Pis deyyus!
***
“Deyyus, pis deyyus” benim, bendim yani. Lara’nın babası öyle diyordu mahkemede. Lara ve ben, biz öldüğümüzle kalıyorduk. Suçum? Lara’yı sevmek. Lara evden kaçtıktan sonra bir iki gün her şey çok iyi gitmişti oysa. Derken başına buyruk davranmaya, kafasına eseni yapmaya başladı. Bir kaç kez uyardım, dinlemedi. O gün eve geldiğimde yoktu, sahile inmiş. Dönünce tartıştık, kendime hâkim olamayıp hafifçe itekledim onu, merdivenden düşünce dizleri parçalandı. Babasının evine dönmeye kalktı. Arkasından gittim. Evlerine baktım, kimse yoktu, tarlaya vardım. Onu öyle yerde yatarken görünce içim cız etti, cebimden telefonu çıkarıp bir resmini çekeyim dedim. Anası, babası vardı da ben yoktum o fotoğrafta. Bir o fotoğraf kaldı geriye, iyi ki çektikten sonra şöyle bir bakacak kadar vaktim oldu da, aklımda kalan son görüntü o oldu bu dünyaya dair. O da siyah beyaz ya… Neyse, sonrasını babası anlattı işte, biz öldük. Adamın üzerinde o günkü hırka vardı tüm bunları anlatırken, belki de aynı pantolon. Hayret, diyordum kendime, üstünde başında hiç kan izi kalmamış. Bir bir anlattı olanları, sözü bitince hâkim, “eklemek istediğin başka bir şey var mı?” diye sordu usulden. Yoktu. Oysa benim vardı, ama bana kimse sormadı. Öyle ya ölüydüm artık ben. “Pişman mısın?” diye sordu hâkim. Babası; başını öne eğdi, kasketini elleriyle şöyle bir sıktı, zorlukla yutkundu. Boğazı bir inip, bir kalktı, hafifçe öksürdükten sonra, var yok bir sesle yanıtladı hâkimi: Pişman değilim.
Etkileğici bir öykü. Tam bir film havası… :) Ya da köy ortamında söylenen bir hayat dersi. Bravo !
BeğenBeğen