Sinema
Comment 1

2013′ün (İzlediğim) En İyi Filmleri

2013 yılı sanırım hepimiz için kelimenin tam anlamıyla “unutulmaz” bir yıl oldu. Bir yıl içinde İskandinav ülkelerinde onyıllarda yaşanabilecek toplumsal ve siyasal olaylara tanık olduk. Gündem o kadar yoğun ve akışkan ki, yılın bu son günlerinde dahi ortalığın durulduğunu söylemek imkansız. İnsan düşünüyor ister istemez, tüm bunlar olurken, sokak sürekli devinirken, toplumsal ve siyasal bizleri bu kadar hapsederken sanatı deneyimlemek ve bu deneyimler hakkında konuşmak ne kadar gerekli yahut ne denli önemli olabilir? Ne var ki burada sözü uzatmak ve bir sanat felsefesi tartışmasına girmek yersiz. Sanatın önemli ve gerekli olduğunu, hayatımızdaki tali yollardan değil ana arterlerden olduğunu, olması gerektiğini, sanatın hayatımızda kendisine daha fazla alan açması gerektiğini düşünenlerdenim. “Hayata İnat, Yaşasın Sanat!” diyerek dirençle sanattan bahsetmenin yanındayım.

Gündem tartışmaları kadar hararetli olamasa da, sinema için de önemli bir yılı geride bıraktık. Bu yıl, Antrakt verilerine göre ülkemizde toplam bilet satışı 50 milyon’a yaklaştı, yerli yabancı önemli filmler gösterime girdi, festivallere her sene olduğu gibi ilgi yoğundu ve önemli bir şey daha oldu: “Başka Sinema” hayatımıza girdi! Görünen o ki nitelikli filmleri önümüzdeki sene daha yoğun bir şekilde sinemada izleyebilme imkanına sahip olacağız. Listeler hakkında daha önce yazdığım gibi tereddüt içerisindeyim, gerçekten yılın en iyi 10 filmini seçmek ne kadar mümkün? (İzlediğim) sözcüğünü eklemem de bu sebeple önemli, bu yıl da geçen yıl olduğu gibi çok sayıda önemli filmi kaçırdım. Ayrıca böyle listeler hazırlanırken filmin gösterim tarihi, yapım tarihi, yahut gösterime girmeyen ancak festivallerde izleyebildiğimiz filmler birbirine karışıyor ve kıstas belirlemek oldukça güçleşiyor. O sebeple ben 2013 yılı içerisinde gösterime giren yahut festivallerde gösterim şansı bulan ve izlediğim filmler arasından bir değerlendirme yaptım, yapım yılı olarak ise 2012 ve 2013 filmlerini dahil ettim bu listeye. Önemli yabancı sinema dergilerinde listelerin en tepesinde yer alan bazı filmleri de hem izlemediğim, hem de henüz ülkemizde gösterilmediği için dahil etmedim. Bu yılki listeyle geçen yılki liste karşılaştırıldığında yabancı filmlerin çok daha baskın olduğu sonucu çıkacaktır. Ayrıca bu yıl ilk 3’ü oluşturmakta oldukça zorlandığımı söylemeliyim. Diğer filmler de ilk 3 filmden çok geride değiller, hal böyle olunca 2013 yılının uluslararası sinema camiası açısından 2012’den çok daha verimli ve nitelikli geçtiğini rahatlıkla iddia edebilirim. Ayrıca bu yılki filmlere baktığımda sinemanın politik yönünün daha çok öne çıktığını düşünüyorum, Gezi’nin etkisiyle daha seçici davranmışımdır belki de. Geçen yıl listeme aldığım 4 Türkiye filmi listede önemli sıralamalar elde edebilmişken, bu yılki Türkiye Sineması filmlerini, küstahlık olarak anlaşılmasın lütfen, ama yabancı örneklerle karşılaştırdığımda onları ayrı bir listede değerlendirmeyi daha uygun gördüm. Ancak 2014 yılında Türkiye filmlerinden daha umutlu olduğumu eklemeliyim.

Not: Filmlerin orjinal isimlerine tıkladığınızda IMDb sayfasına yönlendirilirsiniz. Ayrıca blogda filmlerin bazılarıyla ilgili yazdığım yazıların da linklerini filmlerin son satırında görebilirsiniz.

Lafı yine uzattım, haydi bakalım buyrun en iyiler listesine…

İlk 5

1. Holy Motors (Kutsal Motorlar, Leos Carax) : 2012 yılı yapımı olmasına rağmen, ülkemizde Ağustos 2013’de gösterime giren “Kutsal Motorlar” sadece bu yıl değil, uzun süredir izlediğim en iyi filmlerden birisiydi. Bütün dünyanın bir sahne, yaşamınsa bir oyun olduğu bu film, tüm görkemiyle bize tek bir cümleyi fısıldıyor: Sinema Kutsaldır! Film hakkında yazdığım değerlendirme yazısı: Holy Motors: Sinema Kutsaldır!

2. La vie d’Adèle (Mavi En Sıcak Renktir, Abdellatif Kechiche) : Bu yıl Cannes’da Altın Palmiye ödülünü kazanan film, şimdiden “21. yüzyılın en büyük epik aşk filmi” olarak görülebilir. Üç saatlik süresine rağmen izleyicisini hiç sıkmadan, ele aldığı eşcinsel ilişkiyi hayatın tam içine yerleştirerek, eşcinsel evlilik tartışmalarının ve yasalarının çıktığı günümüzde önemli bir toplumsal dönüşüme dair “efsanevi” bir film olduğunu söyleyebilirim. Film hakkındaki tartışmalar için bkz. : La Vie d’Adèle: Mavi en “sıcak” renkmiş gerçekten de…

3. Le Passé (Geçmiş, Asghar Farhadi) : Bir önceki filmi Bir Ayrılık ile 2011 yılında Berlin’de Altın Ayı ödülünün sahibi olan İranlı yönetmen Asghar Farhadi uluslararası piyasada oldukça beğenilen ve takip edilen bir yönetmen. Fransa’da çektiği Geçmiş, Bir Ayrılık filmiyle tema açısından benzeşiyor. Aslında benzer konuların üzerine giden Farhadi her nasılsa her defasında bir önceki kadar başarılı ve oldukça farklı bir filmi önümüze koyabiliyor. Geçmiş’in en güzel yanı, sanırım seyirciyle sürekli bir hesaplaşmaya giderek, filme müthiş bir ritm kazandıran kurgusu.

4. Frances Ha (Frances Ha, Noah Baumbach) : Bu filmi izlediğim ilk andan itibaren yılın en iyi filmlerinden birisi olduğundan emindim. Hakkında bu kadar az konuşulması, filmin bu kadar az izlenmesi beni oldukça şaşırtsa da, Mürekkep Balığı ve Balina’nın yönetmeni Noah Baumbach’ın çektiği bu filmin yılın son günlerinde açıklanan “En İyiler” listelerinde üst sıralarda yer aldığını görmem beni “bir kez daha haklı” çıkardı. Film hakkındaki değerlendirmem: Frances Ha: Genç Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

5. Before Midnight (Geceyarısından Önce, Richard Linklater) : Doğrusunu söylemek gerekirse beşinci sıraya kadar nasıl geldim bilmiyorum. Oysa filmi izlediğimde bu yılın ilk üçü arasında yer alacağından neredeyse emindim. Amerikan bağımsız filmlerinin önemli isimlerinden Linklater Geceyarısından Önce ile, tabi eğer dokuz yıl sonra yeni bir film gelmezse, Gün Doğmadan ve Gün Batmadan ile yola çıktığı üçlemeyi noktalıyor. 1995 yılında Ethan Hawke ve Julie Delpy ile Avusturya’da başlayan aşk hikayemiz, dokuz yıl sonra Gün Batmadan ile Paris sokaklarına, bu yıl ise Geceyarısından Önce ile Yunan adalarına uzanıyor, sinema tarihinde iz bırakacak bir üçleme olarak…

İkinci 5

6. Foxfire (Can Ateşi, Laurent Cantet) : 2008 yılında çektiği Sınıf ile Cannes’dan Altın Palmiye kazanan Laurent Cantet, bu kez zamanımızın ünlü öykücülerinden Joyce Carol Oates’in Can Ateşi romanıyla karşımıza çıktı. 2012 yapımı film ülkemizde gösterime girmedi, ancak bu yıl İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma filmleri kapsamında gösterildi. 50’li yıllarda, yani henüz “feminizm” tartışmaları filizlenirken, bir kasabada oluşturulan “kızlar çetesi”nin kadın olma halini nasıl savunduğunu ve erkeklere bir anlamda “haddini bildirdiğini” gösteren filmi anlatı itibariyle önemli bulduğum ve gözden kaçmamasını istediğim için listeye ekledim.

7. NO (Hayır, Pablo Lorrain) : NO’yu izlediğimde Gezi Direnişi henüz başlamamıştı, öyle düşünün! Bir önceki filmi Tony Manero ile 2008 yılında İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale ödülüne layık görülen Şilili yönetmen Pablo Lorrain’in Şili üçlemesindeki son filmi NO, Pinochet diktatörlüğünü sona yaklaştıran 1988 Referandumu’nda yürütülen “hayır” kampanyasını ektrana taşıyor. Filmin en önemli özelliği; muhalefetin dilini ve şeklini biraz olsun değiştirerek, yıkılmaz görünen iktidarları devirmenin mümkün ve gerekli olduğunu göstermesi. Filmin ülkemizde gösterime girmesinden 5 ay sonra Gezi Direnişi başladı ve Gezi Parkı hala bizim ve ağaçların. Aslında toplumsal muhalefetin ne kadar güçlü olabileceğini görmek için bu filmi izleyin.

8. Après mai (Direniş Günlerinde Aşk, Olivier Assayas) : Yine politik yönü ağır basan bir film bu. İstanbul Film Festivali’nde orjinal isminin birebir çevirisi olan “Mayıs’tan Sonra” adıyla gösterildi. Film şu sorunun yanıtını arıyor : 68 Baharı’nın hemen ertesinde bu “çiçek çocuklara” ne oldu ya da onlar ne oldular? Gezi Direnişi’nden önce Nisan’da izleyip aksayan birkaç yönü olsa da oldukça beğendiğim film, Gezi sonrası, yılın son haftasında Gezi’ye de gönderme olarak düşünülebilecek bir adla 27 Aralık’ta gösterime girdi. Yani bu satırları okuyorken, büyük bir ihtimalle gidip sinemada izleyebileceğiniz filmlerden birisi bu. Sokak hala direniş günlerini yaşarken gidip bu filmi izleyin, sinemayla hayatın, geçmiş ile bugünün nasıl olup da içiçe geçebildiğini bir kez daha göreceksiniz.

9. Only Lovers Left Alive (Sadece Aşıklar Hayatta Kalır, Jim Jarmusch) : Birçok sinemasevere göre Jim Jarmusch yeraltı sinema dünyasının kralıdır herhalde. “Müstesna” yahut “şahsına münhasır” sözü Jarmusch gibiler için söylendiğinde gerçek anlamını bulur. Filmin ismine bakar mısınız: “Sadece Aşıklar Hayatta Kalır”! Şiir gibi değil mi? Peki, bunun bir vampir filmi olduğunu söylesem? Filmin bir kısmının Fas’ın Tangiers bir kısmının da Amerika’nın Detroit şehrinde geçtiğini eklesem? Karakterlerin binlerce yıldır yaşayan bir çift olduğunu, belki de hiç ölmeyen Adem ile Havva olduklarını iddia etsem? Sanırım sizi meraka salmış olurum, ki amacım da bu. “Anlatılmaz ama izlenir” filmlerden biri.

10. Wakolda (Aile Doktoru, Lucía Puenzo) : Filmekimi biletlerim için seçim yaparken XXY’nin Arjantinli yönetmeninin son filmine gitmem gerektiğini düşünmüştüm. Ancak konusunu okuyunca biraz tereddüte düşmüştüm, Arjantin’de neden ve nasıl bir Nazi filmi çekilebilirdi ki? Dahası artık sinemasal anlamda doygunluğa erişmiş “Nazi filmleri”nden bir tane daha kim izlemek isterdi ki? Ama bu kez gerçekten farklı bir filmdi Wakolda, Hitler’in “ari ırk” takıntısını yaptığı deneylerle destekleyen bir doktorun Latin Amerika’ya kaçtıktan sonraki hayatını gerçek bir hikayeye dayanarak anlatan film, hem Holokost’a hem de “kötülüğün sıradanlığı”na incelikli ve yeni bir bakış attığı için bu yılın en iyileri listesine girmeyi hak ediyor.

10 filmlik listede hiç Türkiye filmi olmamasını yadırgayabilirsiniz belki de, ne var ki objektif davrandığımda listede yer alan bu filmlerin, bu yıl izlediğim Türkiye filmlerinin bir adım önünde olduğunu söylemek zorundayım. Ayrıca son bir ekleme yapamam gerekiyor, bu yıl oldukça merak ettiğim ve adından sıkça bahsedilen bazı filmleri hala izleyemediğim için listede yer almadılar: Blue Jasmine (Woody Allen), Benim Çocuğum (Can Candan), Saroyan Ülkesi (Lusin Dink).

2013 En İyi Türk Filmleri

Zerre (Erdem Tepegöz) : Zerre, her ne kadar çok fazla dikkat çekmese de sinemamız açısından özgün ve güçlü bir filmdi. Gerçeklik ve gerçekçilik arasındaki farkı iyi özümsemiş, hikayesine hakim, sadece dar bir konuya hapsolmak yerine sakil bir bakışı tercih eden çarpıcı bir filmdi benim için. Filmin geçtiğimiz Şubat ayında iFİstanbul’daki gösteriminde izleyince çok sert bir yumruk yemiş gibi hissettim bir an. Hayatın sanata verdiği sert bir cevaptı, filmde gördüklerimin gerçekten her gün olduğunu bilmek, bir an kendime de sinemaya da yabancılaşmama sebep oldu. Sahi bir film ne için çekilir ve ne amaçla izlenir ki?

Hayatboyu (Aslı Özge) : Bazı yazarlar tam tersini söylese de, ben Köprüdekiler filmini hiç beğenmezken Hayaboyu’nu çok beğenenlerdenim. Bu listede yer alan diğer yerli filmler gibi Hayatboyu’da sinemamız için “kendine has” bir film bana sorarsanız. Çünkü Türkiye Sineması’nda burjuva hayatı gerçekçi bir şekilde ele alınmaz. Sanat camiası ise  ya entellektüel bir gevezeliğin ya da bunalımın konusu edinilir. Hele sinemamızda kadın karakterlerin işlenmesi bir hayli sorunludur. Hayatboyu’nun eksikliklerine rağmen tüm bu algıyı tersine çevirebilecek bir film olduğunu düşünüyorum.

Jîn (Reha Erdem) : Benim için Reha Erdem ismi 2000’li yıllar Türkiye Sineması’nın en önünde gelmesi gereken birkaç isminden biridir. Her filmi bir öncekinden farklılık, ancak buna rağmen belli bir tutarlılık gösterir. Jin gerçek bir durumdan yola çıkıp “gerçekçi” olmadan “gerçekliği” yeniden kurabilen bir yönetmenin elinden çıkan bir film. Açıkçası neden bu kadar az üzerinde duruldu, anlamak güç. Film hakkında yazılan yazılarda da sert bir eleştiri tonu hakim. Oysa ben aynı kanıda değilim, neden olmadığımı merak edenler film hakkındaki yazımı okuyabilir: Jîn: Dağda Genç Bir Kadına Hayat Var Mı?

Sen Aydınlatırsın Geceyi (Onur Ünlü) : Onur Ünlü, sinemamızın en ilginç yönetmenlerinden birisi. Yaptığı işlere bakmak neden böyle olduğunu anlamak için yeterli. En son “Leyla ile Mecnun” dizisiyle bir hayli sükse yakalayan yönetmen bu kez, “doğaüstü güçlere” sahip olan karakterlerin “siyah-beyaz” hayatını anlatıyor bu filmde. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Yerli Film ödülünü alan Sen Aydınlatırsın Geceyi’yi iki kez izledim. Bir filmi ikinci kez izlediğinizde sıkılmıyorsanız, hatta farklı şeyler ilginizi çekiyorsa o film iyidir, en azından farklı bir deneyim vaad ettiği kesin.

1 Yorum

  1. Geri bildirim: 2014 Yılının Öne Çıkan Filmleri | sinedebiyatro

Yorum yapmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s