Her sene heyecanla ve merakla beklediğimiz İstanbul Film Festivali programı biraz geç de olsa 6 Mart’ta açıklanmıştı. Bu yıl yaşanan “teknik aksaklıklar” sebebiyle çizelge de web üzerinden değil .pdf formatında bizlere sunuldu. Sanırım bu yıl Festival’in hem artıları, hem de eksileri çok konuşulmalı. 200 film gibi iddialı bir sayıyla, Berlin’de dikkat çeken neredeyse tüm filmleri getirmesiyle, Türk Sineması’na geniş yer ayırmasıyla, Bienal’de ele alınacak “kentlilik” meselesine önceden bir giriş yapmasıyla ve Feriye Sineması’nı gösterim listesine dahil etmesiyle alkışları hak etti İKSV. Öte yandan hafta içi gündüz seansları hariç tüm seansları Tam:15 TL, İndirimli: 10 TL yapması kabul edilebilir cinsten değil. Önceki yıllarda olduğu gibi “Gala” filmleri 15, diğerleri 12 ve 8 TL rakamları üzerinden pekala ilerleyebilirdi oysa… Vaktiyle bir yazımda ölesiye savunduğum İKSV ne yazık ki bu fiyat arttırımı ile beni bile hayal kırıklığına uğrattı! Lale Kart uygulmasını da savunduğum bu yazıda, şuna değinmemiştim: Siyah Lale dışındaki Lale Kart’lılar, sadece Axess kredi kartı kullanıcıları kadar indirim hakkına sahip, bir de işin bu boyutu var. Dolayısıyla İKSV’ye verdiğimiz bu maddi desteğin tek karşılığı kimilerinin hoşuna gitmese de “öncelikli bilet alma hakkı” uygulaması. Belki de bu başka bir yazının konusu. Son olarak şunu eklemekte fayda var: İstanbul Modern’in de kurucusu olan Eczacıbaşı neden buradaki sinemayı yahut Tarık Zafer Tunaya gibi bir salonu kullanmaz da, Nişantaşı City’s gibi bir “AVM Sineması”na kucak açar, anlamak güç doğrusu. Neyse bu şikayetleri bir kenara not edeyim ve bu yılın zengin içeriğinden zorlanarak da olsa, kendim için seçtiğim 25 filmlik listemi sizlerle paylaşayım…
Galalar
Aklımı Oynatacağım: Son zamanlarda gözden biraz düştüğünü hissettiğim, son 20-30 yılın en iyi sinemacılarından biri olan Almadovar’ın bu son filmini kaçırmak olmaz.
Kayıp Umutlar: Festivale kadar gelen Gus Van Sant filmine gitmesek olmaz! Konusunu bile okumadan listeme eklediğim filmde Matt Damon hem senaryosuna katkıda bulunmuş, hem de başrolü oynuyor. Gerçi pek önemli değil ama merak edenlere söyleyeyim, film “şirket entrikalarına ve taşra politikalarına odaklanıyor” imiş…
Başka Bir Hayat: Galalar arasında yer alan bir diğer “usta”nın son filmi. Yine konusunu okumadan listeme eklediğimi belirteyim. San Sebastian’da En İyi Film ve En İyi Senaryo ödülünü alan filmin her François Ozon filminde olduğu gibi yine ilginç bir konusu var imiş…
Geceyarısından Önce: Daha bir ay önce iF’de 2011 yapımı Bernie’nin Suçu Ne? filmini izleyip pek beğenmediğim Richard Linklater, kült filmleri Before Sunrise ve Before Sunset serisini, günün başka bir bölümü kalmadıysa eğer (!), bu filmle sonlandırıyor. Amerikan “Bağımsız” sinemasının en önemli isimlerinden birisi söz konusu olunca ve hele de önceki iki filmi düşününce, sanırım iddia edildiği gibi “Festival’de en önce bilet bitecek filmlerden” birisi.
Kapital: Bu yıl Festival’in bir diğer konuğu olacak Costa Gavras’ın filmi kaçmaz. Ustanın kendi sözleriyle “Sermayenin kölesiyiz. Peki bizi kim özgür kılacak?“. Z gibi bir filmi hem de o dönemde çekmiş, Paris Cinématheque’in direktörü olan Gavras’a saygımız sonsuz elbette…
Gerçek Mucizedir: Carlos Reygadas
Japonya: Festivalin bu yılki Özel Konuğu olan Reygadas’ın daha önce hiçbir filmini izlememiş olmam belki benim ayıbım bilemiyorum. Ama hazır bahane bulmuşken bir yerden başlamakta fayda var. 2002’de Cannes’dan özel mansiyon alan bu film, Carlos Reygadas´ın sanat sinemasının yeniden keşfi olarak değerlendiriliyorsa gidip görmek gerek.
Karanlıktan Aydınlığa: Hazır festival Reygadas’a dikkat çekmişken tek filmle kalmak olmaz sanırım. 2012’de Cannes’da En İyi Yönetmen ödülünü alan Reygadas’ın bu son filmi izleyiciyi biraz zorlayacak gibi görünse de keşfetmek de fayda var…
Ustalar
Aşk Kokusu: Gerçek bir “usta” olan Olivier Assayas’ın son filmi İKSV’nin değerlendirmesiyle “şiir hissini, tamamen şimdiye adanmış bir gençliği, 1970´lerin yeraltı kültürünü” yeniden yakalamaya çalışıyor.
’45 Ruhu: Ben de “Ken Loach ne çekse izlenir” diyenlerdenim. Gerçi Altyazı’dan Fırat Yücel ustanın bu son belgeselini biraz “taraflı ve hassas” bulduğunu belirtmişti ama, Kapitalizm eleştirisini de Loach’dan izlemeyeceksek kimden izleyeceğiz?
Hannah Arendt: Bir başka usta, önemli bir düşünürü sahneye taşıyor. Arendt hakkında ne yazık ki pek bir fikrim yoktu, dolayısıyla Margarethe Von Trotta’nın bu filminin benim gibilere ilaç gibi geleceğini tahmin ediyorum.
Belgesel Kuşağı
Bir Deneysel Sinema Tarihi: İsmine bakıp çekinenleriniz olabilir belki, ama bence az da olsa kıyısından köşesinden bulaştığım Jonas Mekas, Stan Brakhage gibi sıradışı yönetmenlerin de hikayesini dinlemekte fayda var. Her halükarda zihin açıcı olacağı aşikar.
Sapığın İdeoloji Rehberi: Daha önce iFistanbul’da “Bir Sapığın Sinema Rehberi”ni izlediğimiz Zizek sinemaya yeniden dönüp bakıyor, bu kez popüler filmler ve ideoloji penceresinden… Her ne kadar bir önceki belgeselden aklımda hemen hiç bir şey kalmasa da, filmin uzunluğu izleyici olarak beni biraz endişelendirse de kaçırmaya gelmez!
Balkan Ruhu: Bir dönem Balkanlar’da yaşamış biri olarak ilgimi çeken ve Balkan ruhunun peşinden giden bu sevimli filmde “Slavoj Zizek´ten Angelina Jolie, Nuri Bilge Ceylan´a, Marina Abramoviç´ten Isabelle Huppert, Kim Ki-Duk, Baba Zula´ya Balkanlar´dan yaratıcı işleriyle öne çıkan birçok sanatçı kendince bu sorunun cevabını veriyor” imiş. Gerçekten bir “Balkan Ruhu” var mı, izleyelim, görelim.
Türk Sineması’ndan…
Hayatboyu: İlk filmi Köprüdekiler ile festivalden daha önce En İyi Yerli Film ödülünü kazanan Aslı Özge’nin ikinci filmi Berlin’deki Panorama bölümünde prömiyerini yapmıştı. Her ne kadar ilk filmden sonra çekincelerim olsa da, gidip görmekte fayda var.
Bir Türk’e Gönül Verdim: Doğrusunu söylemek gerekirse bu filme Onur Ödülü alan Ahmet Mekin’den, yönetmeni Halit Refiğ’den ziyade filmin konusu dikkatimi çektiği için gidiyorum. Ayrıca eski Türk filmlerini sinemada, hele Beyoğlu Sineması’nda izlemenin tadı da bir başka oluyor…
Yozgat Blues: Bir önceki filmi Uzak İhtimal’i bir hayli beğendiğim Mahmut Fazıl Coşkun, bu “ilginç isimli” filminde kamerasını taşraya çeviriyormuş. Her ne kadar Türk Sineması’nın son 20 yılının en büyük hesaplaşması taşra olduğu için bu konudan biraz gına gelse de, farklı bir filmle karşılaşacağımızı tahmin ediyorum.
Sen Aydınlatırsın Geceyi: Onur Ünlü, şüphesiz Türk Sineması’nın en aykırı yönetmenlerinden birisi. Popüler filmlerden sonra “absürd” işlere imza atan yönetmenin siyah-beyaz çektiği bu son filmi yine “taşraya dönen” filmlerden, ama Ünlü’nün meseleye çok başka bir açıdan bakacağına şüphe yok sanıyorum…
KÜF: Herhalde son bir yıldır en çok konuşulan yerli filmlerden birisi Küf, benim de en çok merak ettiğim birkaç filmden birisi. Venedik’te Geleceğin Aslanı ödülünü alan film, ülkemizde ne zaman gösterime girer bilinmez, dolayısıyla iki elimiz kanda olsa gidilecek filmlerden.
Metin Erksan 1-2: Bu programda neden Susuz Yaz yok? desem de hala, geçtiğimiz yıl, ya da önceki yıllarda bir türlü festivalin ilgisini çekemeyen ve 2012 yılında hayata veda eden, Türk Sineması’nın belki de gerçek tek auteur’ü Erksan’ın 5 filmini, öyle kolay da bulamıyorken, gidip festivalde izleyin lütfen. Sonra da isterseniz ustanın hakkında yazdığım bu yazıyı okuyun ve her bulduğunuzda izleyin Erksan’ın filmlerini.
Dünyadan…
Lizbon’a Gece Treni: Ülkemizde bu yılın çok satan romanlarından olan ve Sinedebiyatro’da daha önce hakkında bir değerlendirme yazısı yazdığım Lizbon’a Gece Treni, başrolde Jeremy Irons’ da olunca, haliyle bende oldukça merak uyandırdı.
Çocuk Pozu: Berlin’de bu yıl Altın Ayı ödülünü alan film, festivalin en çok merak edilen filmlerinden. Aceba Romanya yeni bir Mungui çıkarabilecek mi? Film, Türk seyircisini tatmin edebilecek mi? Göreceğiz…
Can Ateşi: Bir önceki filmi “Sınıf” ile Cannes’dan Altın Palmiye kazanan Laurent Cantet, filmde ünlü yazar “Joyce Carol Oates´un Türkçeye Can Ateşi adıyla aktarılan ödüllü romanını sinemaya uyarlıyor”. Bana sorarsanız yarışma bölümünün iddaı filmlerinden…
Bir Hurdacının Hayatı: Bu yıl yine Berlin’de Jüri Özel Ödülü ve Gümüş Ayı’yı alan filmin yönetmeni, No Man’s Land ile ödülle doymayan Danis Tanovic. Bosna’da geçen gerçek hayatı amatör oyuncularıyla sahneye taşıyan film, festival takipçilerinin merakla beklediği filmlerden bir diğeri…
1960 Yazı: Bu filmde beni en çok etkileyen şu girizgah oldu: “Mutlu musun?”. Filmin yönetmenleri antropolog Jean Rouch ve sosyolog Edgar Morin olunca, 60’lı yıllar olunca, bir de Paris olunca listeme eklemesem çıldırırdım.
Herkese iyi festivaller…