Ahmet Hamdi Tanpınar’ın elimize geçen günlüklerini yazmaya başlayana, yani 51 yaşına kadar olan hayatına kısaca ilk yazıda, Paris’te tutmaya başladığı ilk günlük notlarınaysa ikinci yazıda değinmiştim. Tanpınar bu ilk Avrupa gezisinde önceki yazılarda da bahsedildiği şekilde sadece Paris’ta kalmaz, Amsterdam ve Belçika seyahatlerinden sonra Londra ve Madrid’e de gider. Daha sonra ise Fransa ve İtalya sahillerinden geçip, birkaç gün İtalya’da dolaştıktan sonra İstanbul’a döner. Tanpınar’ın bu yolculuğu dönüşünde Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı tefrika edilir. Daha sonra ise 11 Şubat-4 Mart 1955’te üyesi olduğu Filmoloji Kongresi için tekrar Paris’e gider. Ancak bununla ilgili Paris’e gittiği dışında tek bir not düşmez günlüklerine. 28 Ağustos-4 Eylül 1957 tarihleri arasında da “Eski Aşk şiirlerindeki imgelerin yorumlanma denemesi” adlı bir bildiriyle 24. Müsteşrikler Kongresi’ne katılmak üzere Münih’e gider Ahmet Hamdi, bu seyahat sırasında Viyana’ya da uğramıştır. Günlüklerine bu seyahatle ilgili de notlar düşmez.
1959 yılının neredeyse ilk yarısının tamamını hasta ve hastanelerde geçirir. 26 Haziran akşamı ise uçakla Paris’e yol alır. Sürekli eserini yapamamaktan, romana devam edememekten, şiirinde aradığı mısra ve ezgiyi bulamamaktan şikayet eder Ahmet Hamdi bu yıllarda. Bir yandan da kendisinden ve edebiyatndan şüpheye düşer. Aceba gerçekten bir şey yaptım mı? Öte yandan ise eserlerine gösterilen bu ilgisizlik onu gücendirir, hatta hırçınlığa iter. Yaşar Kemal ve Sabahattin Ali ile kendi eserlerini kıyaslar, onların başarısı karşısında kendi başarısızlığını kıskançlıktan komünizme bile yorar!
26 Haziran 1959’da bu kez Rockefeller bursu ile bir yıllığına Avrupa’ya gider. Bu süre zarfında İngiltere, İsviçre, Portekiz ve tabi daha ziyade Paris şehirlerinde yaşar.
Bu görece uzun gurbet hayatı ve seyahatleri ile ilgili olarak oldukça ilginç notlar düşer günlüğüne;
Ah biz İtalya ya da Fransa olsaydık, acaba seyahat ihtiyacı duyar mıydım? Hiç zannetmiyorum.
Bu seyahatin iki faydası olduğunu belirtir daha sonrasında:
1. Seyahat sentiment d’enfer beauté’sinden (cehennem duygusu cazibesinden, güzelliğinden) kurtuldum. Vakıa başka komplikasyonlar girdi araya fakat seyahat etmedim diyemem. Vaktinde edemedim, o başka.
2. Bana hayatımın muhasebesini yaptırdı. Ben hiçbir şey yapmamışım, hiçbir iş görmemişim. Hiçbir eksiğimi tamamlamamışım. Kabahatlerimi biliyorum. Kendime mühlet vermeyeceğim.
Günlüklerindeki notlarda birkaç temel mesele dönüp dolaşıp yeniden gündeme gelir. Bu son yıllarda parasızlık ve hastalık ön plandadır Ahmet Hamdi’nin hayatında, bir de her zamanki “mütereddidlik” vardır. Bunların dışında gündelik hayatını da takip ederiz. Mesela arkadaşları ya da meslektaşları ile buluşmalar, onların arkadaşları ile tanışmalar, elbette müze gezintileri ve alınan çeşitli notlar, yapılması planlanan işler, yazılması gereken eserlerin listeleri…
Tanpınar son yıllarını parasızlık ve bir türlü kendinden memnun olamamakla, çok şey yapmak isteyip bunları yapamamaktan hayıflanarak geçirir, bu durumunu günlüklerinde şöyle anlatır;
Kurtulmak için her teşebbüsüm yeni borca sebep oluyor; yahut da bir yığın edebi projeye. Masamın üstü, kafam, cebim proje dolu. Bir taraftan bir yardım zaruri. Fakat görünürde hiçbir şey yok… Yarabbim, yarın, yarın kurtulacak mıyım borçlarımdan? Yoksa çanak elimde yine dilenmeğe mi çıkacağım?
Parasızlıktan öylesine sıkılmıştır ki Ahmet Hamdi, defalarca günlüğüne yazar, bir çare bulmak için didinir, hatta yılbaşı piyango ikramiyesinden bile medet umar, hatta parasızlık meselesini o raddeye getirmiştir ki, “intiharın kapısı beliriyor” diyerek, bir ara intihardan bile bahseder. Parasızlık meselesi hayatını ve zihnini o kadar meşgul eder ki, hayali bir kurtuluş bile tasavvur etmeye başlar:
“Bir kere şu para işlerinden kurtulabilsem, son derecede zeki, dikkatli ve soğukkanlı olurum.”
Edebi tarafta da her zamanki gibi mütereddiddir. Kendini tahlile girişir ve şu sonuca ulaşır;
Çabuk ve korkunç bir çabuklukla hülyaya kaçıyorum. Daima birkaç ay ötede hatta birkaç sene ötede yaşıyorum. Hülyaya sarf ettiğim saatleri çalışmaya sarf edebilsem…
Hocalığı ile ilgili de şöyle bir itirafta bulunur;
Yazık ki ben şairim, kendimin peşindeyim. Hakikat şu: Hocalığı otuz iki senedir sevmedim, sevemedim. Müthiş hoca itiyatlarım var. Öğretmek hoşuma gidiyor. Fakat hoca değilim. Kendi kendimi feda edemiyorum.
Edebi referansları ile ilgili olarak da çok fazla ipucu verir günlüklerinde.
Galiba benim asıl şairlerim Baudelaire, Mallarmé, Nerval ve Valéry.
Sonra, Ahmet Hamdi Wirgina Woolf’u okur ve ondan etkilendiğini belirtir, hatta Aydaki Kadın romanını yazarken Leyla karakteri ile ilgili olarak, romanın Dalgalar’a benzemesinden endişe eder.
İtiraf edeyim ki Virgina Woolf’u bir zamanlar çok sevdim ve hiç yazmadığım rahat (yani kendimin olduğum devirlerde) yahut da ihtirasla sevdiğim devirlerde okudum. Kadının bir şeyler bulduğu muhakkak. Ulysee ile onun arasında gidip gelen bir tarafım var. Onun için bu tesirden korkuyorum.
Ahmet Hamdi, 1960 yılının Nisan ve Mayıs ayı boyunca Türkiye’deki hükümet karşıtı öğrenci hareketlerini merak ve tedirginlikle izler yurtdışından. Aceba öğrencilerine bir şey olmuş mudur? Açık bir şekilde bu öğrenci hareketinin yanında olduğunu belirtir. “Üniversiteler, üniversite olmaya başlıyor!” der. İspanya seyahatinden döner dönmez otelde 27 Mayıs 1960 “askeri harekatı”nı haber alır ve günlüklerine şu satırları yazar;
Sabahleyin iner inmez otelci Türkiye’deki askeri hareketten bahsetti. Vatana ak yüzle dönebileceğiz. Kurtulduk.
Devam edecek…
Geri bildirim: “Tanpınar’a Biraz Huzur Verelim” Mi? | sinedebiyatro