Bu Aralar İzlediklerim, Sinema
Comment 1

Hayalimdeki Aşk

Ruby Sparks

Hayalimdeki Aşk, Little Miss Sunshine (Küçük Gün Işığım) filminin yönetmen çifti Jonathan Dayton ve Valerie Faris’in ilk uzun metraj filmlerinden 6 yıl sonra gelen yeni filmi. İnsanın Little Miss Sunshine’dan bu yana 6 yıl geçmiş olmasını aklı almıyor bir yandan… Filmin senaristi, gerçek hayatta filmdeki yazar karakterinin (Paul Dano) de sevgilisi olan Zoe Kazan. Soyisminden de tahmin edebileceğiniz gibi ünlü yönetmen Elia Kazan’ın torunu olan bu sevimli kızın, annesi Benjamin Button’ın senaryosunu yazan isim, babası Nicholas Kazan ise  Reversal of Fortune da dahil olmak üzere çok sayıda filmin senaristi. Zoe, zaten aileden sinemacı anlayacağınız. Bir “imkansız çiftin” hikayesini anlatan, gerçek bir çift tarafından sahneye taşınan ve bir çiftin yönetmenliğini yaptığı Hayalimdeki Aşk, aşkın büyüsü, gerçekdışılığı, zalimliği ve samimiliğini anlatıyor…

Ruby Sparks

Film, hikayesini gerçeklik ve kurmaca arasında, aşk ve mucize arasında kuruyor. Herşey şöyle başlıyor aslında : İlk romanıyla dikkatleri üzerine çeken ve daha şimdiden “dahi yazar” olarak görülen Calvin, ikinci romanını yazmaya çalışırken “yazar tıkanması”na tutulur. Calvin karakteri, bir bakıma bizi şaşırtmayacak şekilde “klişe” yazar tipi üzerine kurulmuştur. Biraz Woody Allen havası da taşıyan, yazarlık hakkında toplumsal zihnimize yerleşmiş gözlüklü, asosyal, çevresindeki insanlarla bilhassa da kadınlarla ilişkisi hafiften sorunlu, psikoloğa giden, sorumluluk almak için kedi/köpek beslemeye çalışan, hayatta biraz beceriksiz, sanatta ise yetenekli olmasına rağmen çok da anlaşılmayan bir karakter. Calvin tüm bu hayatın içinde ikinci romanı için bir karakter bulmak zorundadır, sonunda Ruby çıkagelir, ilk önce aklına, sonra da hayatına. Hayalinizdeki Aşk’ı, sabah uyandığınızda size kahvaltı hazırlarken görürseniz şaşırmayın! Tabi, ilk önce Calvin’in aklını kaçırdığı düşünülse de, “nasıl olmuşsa olmuş” Ruby hayatına girmiştir işte, hem de kanlı canlı, oradadır. Sevgililerdir, mutlulardır, en çok da, beraber yapılacak şeyler vardır hayatta, yalnız bunun için bile birisi sevilebilir. Calvin açısından sanat, hayata galip gelmiş gibidir; yarattığı karakter, gerçek bir insan olmuş ve bir “yaratıcı” olarak Calvin tam da istediği gibi bir kadını yaratabilmiştir. Yazarlık da böyle bir şeydir ne de olsa, kendi dünyasını yaratabilmek… Ama işler sanıldığı kadar kolay değildir, zira kurmaca dünyadan gerçeğine geçtiğinizde, hele de ortada bir insan, farklı bir irade varsa, (o irade ne kadar size bağlı olursa olsun) dengeleri bulmak zorlaşır. Zira, Calvin aslında Ruby’nin kaderini yazabileceğini farkettiğinde, oldukça engebeli bir yola girer. Biraz Kelebek Etkisi, biraz Eternal Sunshine of the Spotless Mind minvalinde seyretmeye başlar hikaye. Hem Ruby’yi hem de kendisini mutlu etmek, beraber mutlu olmak nasıl olacaktır? Nitekim evdeki hesaplar çarşıya uymaz, iş öyle bir raddeye gelir ki; Calvin Ruby’den ziyade kendi egosunun aşkına kapılır. Öyle ki, kendisini dahi olarak görmek/göstermek için,  sevdiği kadını rezil duruma düşürür. Aşk, o noktada biter; aslında bitmez de kirlenir, çamura döner, tutamazsın artık elinde, her yanın kirlenir. Calvin film boyunca ilk ve son kez “onurlu” ve “başı dik” bir karar verir belki de, kendi yarattığı Ruby’yi, bir anlamda koyduğu kafesin dışına, özgür bırakır.

Hayalimdeki Aşk’ı izleyenler, belki de bu filmin neden “bağımsız film” olarak nitelendirilebileceğini sorgulayabilirler. Amerikan Bağımsız filmlerinin böyle bir yanı vardır bir bakıma. Aslında genel hatlarıyla, romantik komedileri hatırlatırlar. Aşk gibi, hatta hayal edilen aşk gibi umut veren konuları işlerler. Her ne kadar, Fox’un dağıtımcısı olduğu bir filme “bağımsız” demek zor olacaksa da, Hayalimdeki Aşk gibi filmlerde, konvansiyonel sinemadan ayrılan en az iki yön bulunur. İlki oyunculardır, bağımsız filmler, tanınmış, ünlü ya da karizmatik ne derseniz deyin, gişe hasılatı için yıldız oyunculara bel bağlamazlar. İkincisi, her ne kadar konuları “sıradan” filmlere benzer olsa da, senaryonun içindeki ögeler, onları farklılaştırır. Mesela, Calvin’in odasında Ruby’yi “Sen bir dahisin!” diye bağırtması, yerden yere vurması hiçbir sıradan romantik komedi de görülemez. Ne var ki, bağımsız da olsalar Hayalimdeki Aşk gibi filmler, herhalde Amerikan kültürü ile alakalı olsa gerek, filmin sonunda bu kadar cesur davranamazlar. Hayalimdeki Aşk da, yukarıda bahsettiğim sahne ile bitse; şüphesiz daha tutarlı ve kaliteli bir film olurdu…

Barındırdığı klişelere rağmen, aslında kurmaca ve gerçek arasında, beraber olma ve ego arasında, sanat ve aşk arasında önemli meseleleri ele alan Hayalimdeki Aşk, Little Miss Sunshine’dan 6 yıl sonra, aynı samimi havayı yakalayabilen bir film. Filmin yönetmen çifti, bundan sonraki işleri için de ilgiyi hakediyor, izlemekte fayda var…

1 Yorum

Yorum yapmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s