Month: Kasım 2012

Gözetleme Kulesi : Yüreği olan söylesin…

Gözetleme Kulesi, Türk Sineması’ndaki en sert, en gerçekçi filmlerden birisi. Daha önceki bir yazımda bahsettiğim üzere 2000’li yıllarda “Yeni Türkiye Sineması”ndan bahsediyorduysak, bu film yeni sinemamızın en olgun örneklerinden. Yeni bin yılın, geride kalan ilk onluğunda, sinemamızda gördüğümüz en olumlu özelliklerden birisi, çok sayıda genç yönetmenin önemli filmlere imza atarak sinemamıza müthiş bir çeşitlilik getirmesi. Pelin Esmer de, bu yıllarda çektiği Oyun ve 11’e 10 Kala filmleriyle sonraki yıllar için umut veren yönetmenlerden birisi olarak görüldü. Pelin Esmer’in ilk filmi Oyun, Çukurova’nın bir yayla köyünde tiyatroya merak salan, hani deyim yerindeyse, “Tehlikeli Oyunlar oynayan” kadınları ekrana getiren bir belgeseldi. Ülkemizde belgesellerin gösterim şansı bulabilmesi hiç de kolay değilken, Oyun’u Feriye Sineması’nda izleme fırsatı bulmuştum. Küçükken duyduğum hikayelerde adı geçen memleketimin bu köyündeki “asıl hikaye”yi neden ve nasılsa sinemadan öğrenmiştim işte… Oyun, her ne kadar hayatımı değiştirmediyse de, birçok sebeple aklımın bir köşesinde yer edindi, o günden bu güne. Sonra 11’e 10 Kala geldi. Orada da belgeselden yola çıkmıştı genç yönetmen, hem de amcası Mithat Amca’nın hikayesi ile, ama yolun yarısında kurmacaya kırmıştı direksiyonu. İstanbul Film …

Ruby Sparks

Hayalimdeki Aşk

Hayalimdeki Aşk, Little Miss Sunshine (Küçük Gün Işığım) filminin yönetmen çifti Jonathan Dayton ve Valerie Faris’in ilk uzun metraj filmlerinden 6 yıl sonra gelen yeni filmi. İnsanın Little Miss Sunshine’dan bu yana 6 yıl geçmiş olmasını aklı almıyor bir yandan… Filmin senaristi, gerçek hayatta filmdeki yazar karakterinin (Paul Dano) de sevgilisi olan Zoe Kazan. Soyisminden de tahmin edebileceğiniz gibi ünlü yönetmen Elia Kazan’ın torunu olan bu sevimli kızın, annesi Benjamin Button’ın senaryosunu yazan isim, babası Nicholas Kazan ise  Reversal of Fortune da dahil olmak üzere çok sayıda filmin senaristi. Zoe, zaten aileden sinemacı anlayacağınız. Bir “imkansız çiftin” hikayesini anlatan, gerçek bir çift tarafından sahneye taşınan ve bir çiftin yönetmenliğini yaptığı Hayalimdeki Aşk, aşkın büyüsü, gerçekdışılığı, zalimliği ve samimiliğini anlatıyor… Film, hikayesini gerçeklik ve kurmaca arasında, aşk ve mucize arasında kuruyor. Herşey şöyle başlıyor aslında : İlk romanıyla dikkatleri üzerine çeken ve daha şimdiden “dahi yazar” olarak görülen Calvin, ikinci romanını yazmaya çalışırken “yazar tıkanması”na tutulur. Calvin karakteri, bir bakıma bizi şaşırtmayacak şekilde “klişe” yazar tipi üzerine kurulmuştur. Biraz Woody Allen havası da taşıyan, yazarlık hakkında toplumsal …

“Babamın Sesi” Cılız ve Boğuk

Söylemeye dilim varmıyor ama “Babamın Sesi” cılız ve boğuk. Neden böyle düşünüyorum? Yahut şöyle soralım: Altın Koza’da En İyi Film ve En İyi Senaryo, İstanbul Film Festivali’nde de En İyi Senaryo ödülünü alan, tarihimizin önemli bir meselesini irdeleyen, sonuna kadar iyi niyetli, hele de Yekta Kopan, Fatih Özgüven ve Pınar Öğünç gibi önemli isimlerden oldukça olumlu yorum alan bir film hakkında neden ve nasıl bir eleştiri yazısı yazmaya niyetlendim? Yineliyorum, “Babamın Sesi” Cılız ve Boğuk, çünkü; film, gerçek ve kurmaca arasında doğru dengeyi bulamamış ve hikayesi, yahut şöyle söyleyeyim, kendi gerçekliği ile dış gerçeklik arasında bir bütünlük kuramamış. Gerçek ve kurmaca arasındaki denge derken neyi kastediyorum? İki Dil Bir Bavul’u izleyenler bilirler, o belgeselde haliyle gerçeklik söz konusudur. Zira, film gerçek bir hikayeden yola çıkar. Karakter, aynı zamanda hikayenin başından geçtiği kişidir. Ana dilde eğitim meselesi gibi önemli bir meseleyi irdeler. Aslında bu söylediklerimin neredeyse tamamı, Babamın Sesi için de geçerli, ancak her ne kadar gerçek bir hikayeye, yönetmenlerden birinin kendi aile hikayesine, dayansa da sonuç, bence çok farklı. Zira gerçekliği kayda geçmek ile gerçekliği yeniden üretmeye …

Sevdiğim Yazarlar: Tanpınar’daki Şahsi Masalımız

Sevdiğim yazarların en başında Ahmet Hamdi Tanpınar geliyor, şüphesiz büyük bir yazar, hatta sadece Türk Edebiyatı için değil, dünya edebiyatı için de büyük bir yazar. Ne yazık ki romanları başka dillere çok fazla çevrilmedi, kıymetini bugüne kadar biz de pek bilemedik. Tanpınar, müthiş bir hazine oysa, bilhassa Huzur romanı ve hikayeleriyle, ama daha fazla düşünceleri ve bilgi birikimiyle. Yazarı yapıtından ayrı düşünmek, en azından benim için, olanaksız. Peki, nasıl bir yazar, daha iyisi nasıl bir adam Tanpınar? Herşeyden önce bir entellektüel. Batı’nın da Doğu’nun da kültürünü ve sanat birikimini iyi özümsemiş bir entellektüel hem de. Hatta bu konuda şunun altını çiziyor: “Ben Garp’la başladım işe, fakat bizim eski şairleri ve eski musikiyi tanımadan evvel kendimi bulamadım. Onların nostaljisini tadınca kendimi kendi içimde daha yerleşmiş buldum”. Dahası, yazdıklarından ve verdiği röportajlardan, mektuplarından ve de onun hakkında yazılanlardan sanat, edebiyat ve felsefe hakkında derin bir bilgisi olduğu anlaşılıyor. Üniversitede verdiği dersleri kapsayan Türk Edebiyatı Tarihi kitabından anladığımız şekilde, bir yazar olarak sadece edebiyatla ilgilenmiyor. Örneğin hayatının son döneminde, Paris’e gittiği yıllarda oradaki eserler, yazarlar ve sanat akımları hakkında son derece …

Kazuo Ishiguro

Kazuo Ishiguro – Değişen Dünyada Bir Sanatçı

Kazuo Ishiguro’nun daha önce “Beni Asla Bırakma” adlı kitabını okumuş ve kitap hakkında yine bu blogda şu yazıyı yazmıştım. Son zamanlarda keşfettiğim en iyi yazarlardan olan Ishiguro, tahmin edebileceğiniz gibi Japon asıllı, ancak uzun süredir İngiltere’de yaşıyor ve kitaplarını İngilizce yazıyor. Önceki yazımda da bahsettiğim gibi Ishiguro İngiliz Edebiyatı içerisinde, 2000’li yılların en iyi yazarlarından birisi olarak gösteriliyor. Neredeyse her yazdığı romanla önemli bir ödülün sahibi olan yazarın, 1982 yılından bu yana altı romanı yayınlanmış: A Pale View of Hills – 1982 (Uzak Tepeler, YKY), An Artist Of The Floating World  – 1986 (Değişen Dünyada Bir Sanatçı, Turkuvaz Kitap), The Remains of the Day – 1989 (Günden Kalanlar, Turkuvaz Kitap), The Unconsoled – 1995 (Avunamayanlar, YKY), When We Were Orphans – 2000 (Çocukluğumu Ararken, Epsilon Yayınları) ve 2000’li yılların İngilizce yazılmış en iyi romanı olarak gösterilen Never Let Me Go – 2005 (Beni Asla Bırakma, YKY). Romanları haricinde yine Turkuvaz Kitap’tan çıkan Noktürnler – Müziğe ve Geceye Dair Öyküler adında 2009 yılında yazdığı bir öykü kitabı bulunuyor yazarın. Gördüğüm kadarıyla şimdiye kadar yazılan tüm kitapları …