Türkiye’de sinema meselesi üzerine düşünürken ortada temel bir paradoks ya da kaosun var olduğunu görüyoruz : Salonlar izleyici bulamamaktan, dağıtımcı gösterim yapacağı salon bulamamaktan, yapımcı dağıtımcı bulamamaktan, yönetmen yapımcı bulamamaktan, izleyiciler de sinemalarda iyi kalitede film görememekten şikayetçi. Tabi, burada haklı olan da var, haksız olan da… Zaten halihazırda bu sorunların hepsinin üstesinden gelmek de mümkün değil. En iyisi, bu grifit meselenin şimdilik sadece bir kısmına odaklanmak; o da sinema salonları ve izleyiciler…
Üzerinde düşünülmesi gereken ana eksen şu : İstanbul’da sinema salonları birer birer kapanıyor, bilhassa da daha alternatif olan mekanlar, bkz. Alkazar, Emek, Beyoğlu ha kapandı ha kapanacak diyerek birkaç yıldır yola devam ediyor. Öte yandan her yıl benim görebildiğim kadarıyla İstanbul’daki film festivallerine olan ilgi artıyor. Hatta bu yılki Filmekimi’nde bazı filmler için biletler erkenden tükendi, bilet alamayanlar da Lale Kart gibi uygulamalara veryansın etti. Şimdi sorulması gereken soru şu : İnsanlar daha önce ödüller alan, beğendikleri yönetmenlerin ticari olmayan filmlerinin gösterildiği festivallere bu kadar ilgi gösterirken; neden sinema salonları izleyici bulamıyor yahut daha kötüsü bu filmler yıl boyunca neden hiç bir yerde gösterilmiyor? Aklıma ilk gelen örnek, 2004 yılında Türkiye’de sinemaseverler için bir anda efsane haline gelen “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” filmi, film Türkiye’de nedense birkaç yıl sonra gösterim şansı bulabildi, o zamana kadar izleyen de defalarca izlediği için çok fazla gişe hasılatı yapamadı. Yahut festivallerde gösterilen Türk filmlerine olan ilgi ile bu filmlerin çoğunun hiç gösterim şansı bulamaması yahut en fazla bir iki hafta gösterimde kalması nasıl açıklanabilir? Bir diğer örnek festival dışından olsun; Turkcell’in yaptığı “Sinema Günü” kampanyası, o günlerde salonlar neredeyse tamamen dolmuyor mu? Demek ki, insanları salonlara çekmekte sıkıntı yaşıyor sinema sahipleri. Sizce Türkiye’de genelde sinema salonlarındaki doluluk oranı yüzde kaçtır? Cevap veriyorum : Ortalama olarak %10! Ortalama bilet fiyatı da 9,27 TL (Kaynak: Radikal). Bu ne anlama geliyor? Yani sinemadaki 10 kişilik arzın parasını 1 kişi ödüyor! Bir de kimi filmlerin hiç gösterim şansı bulamaması var, yani bir yandan da olan talep karşılanamıyor. Net olarak şunu ifade edebilirim, Türkiye’de sinema işletmeciliğinin temel olarak iki sorunu var: dağıtım ve fiyatlandırma. Dağıtım tarafında sorun birkaç dağıtım şirketinin piyasayı elinde bulundurması ve temelinde ticari filmlere sırtını yaslamaları. Bu konuda sinema salonlarının yapabileceği belirli dağıtımcılarla anlaşma yoluna gitmek. Pazardaki hakimiyet dağıtımcıda olduğu için, salon işletmeleri pazarda uygun hamleleri yapamıyorlar. İkinci sorun ise fiyatlandırma, hep söyledim, başka hiçbir sektörde farklı “ürün”ler farklı zaman ve lokasyonlarda neredeyse aynı fiyata satılmaz, bu işletmeciliğin ruhuna terstir. Dolayısıyla burada yapılması gereken mesela sabah 11 seanslarını mümkün olduğunca ucuzlatmak, akşam ve haftasonu seanslarını ise daha yüksek fiyatta tutmak. Nitekim Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürü de bu yönde beyanatlarda bulunmuş, anladığımız kadarıyla yasal düzenlemeler de gündemde. Açıkça söyleyelim, bir yanda her yerde reklamı çıkan, herkesin tanıdığı, hakkında konuştuğu filmler varken, birçok insan gidip aceba bu film ne anlatıyor diye aynı fiyata “bağımsız” yahut “sanatsal” film izlemez. Biraz sinema zevki olanlar da gidip sinemada Recep İvedik izlemez, izlemiyor. Ancak fiyatlandırma konusunda bir de işin öte yanı var : Vergi Meselesi. Şu anda yabancı filmlerden alınan “eğlence vergisi”, yerli filmlerden alınanın iki katı. Peki Türk filmleri daha mı ucuza gösteriliyor? Hayır. Tabi KDV oranının %8 olması da olumlu bir hamle. Sinemadan alınan “eğlence vergisi”ni kaldıralım demeyeceğim beklediğinizin tersine, bağımsız yahut “sanat” film gösterimlerinden bari bu vergiyi almayalım, bunun metodolojisini de Bakanlık çıkarsın. Nitekim Ertuğrul Günay’ın belirttiğine göre Kültür Bakanlığı doğrudan sinema salonlarını da desteklemeyi düşünüyor. Bu çok önemli bir gelişme! Burada sinemacıların ilk yapması gereken fiyatlandırma üzerinde oynayarak sinemalardaki doluluk oranını arttırmak. Bu sayede biletler de ucuzlayacaktır. Çünkü diyelim ki, 100 kişilik bir salonunuz var, sinemada maliyetler sabittir, dolayısıyla sorun bu maliyetleri kaça böldüğünüz, diyelim ki 100 lira gelir elde etmeniz gerekiyor. Eğer doluluk oranı %10 ise bilet fiyatını 10 lira koymanız gerekir. Doluluk oranını %25’e çıkarabilirseniz bilet fiyatı 4 lira da olsa aynı geliri sağlarsınız. Bir diğer uygulama da aylık yahut haftalık bilet uygulaması, dünyada bunun örnekleri var. Bu sayede sinemalar hem önceden ödenen bir gelir elde ederler, hem de sadık izleyiciler yaratırlar. Eğlence vergisinin de belediyeye önce ödendiği düşünülürse ayın başında yine 100 kişilik tek bir salonu olan bir sinema, diyelim ki 10 kişiye 25 liradan aylık kart sattı. Daha ilk günden 250 lira gelir elde eder ve bu sayede nakit akışı sağlar. Dahası bu kartlar bir “CRM” yahut Türkçe söyleyelim Sadakat Yönetimi olarak görülür de; bu kişilerden örnek data toplanırsa kimlerin hangi filmlerle daha çok ilgilendiği bilinir ve ilerisi için doğru talep planlama ve fiyatlandırma stratejisi belirlenebilir. Fiyatlandırma meselesi doğru şekilde halledilirse, doluluk oranı arttığı için sinemalar kar etmeye başlayacak, bu sayede bilet fiyatları ucuzlayabilecek ve risk eşikleri yükselen sinema sahipleri “bağımsız” filmlere de şans verme konusunda daha istekli olacaktır. Dağıtım meselesine değindik, mevcut sistemde sinema salonlarının eli kolu biraz bağlı, belki de sektörde atılması gereken ilk adım “dikey birleşme” olmalı, yani dağıtım şirketlerinin salon işletmeciliğine yahut salon sahiplerinin dağıtım şirketi kurma yoluna gitmesi o alandaki güç dengelerini değiştirebilir. Bu sayede gösterime giren filmlerin çeşitliliği de artacak, bu durum da daha çok seyirciyi sinemalara çekebilecektir. Dağıtım konusundaki dengeleri çok fazla bilmediğim için bu konuda uzun uzadıya yazamıyorum malesef.
Sanırım herkes Türkiye’deki sinemanın durumunun farkındadır. Yılda yaklaşık 40 milyon bilet satılıyor bu ülkede, nüfusun aşağı yukarı yarısı kadar yani. Tabi burada kolaycılığa düşüp istatistiği gerçek sanmamak lazım, muhtemelen 10-15 milyon kişi gidiyor sinemaya, yani bir kişi 2-3 kez gidiyor yılda. Bu oran da sinemalardaki doluluk oranı gibi oldukça düşük ve diğer Avrupa ülkelerinin çok altında, örneğin bizde “ölü sezon” olarak görülen yaz aylarında bir ay içinde İngiltere’de 20 milyon sinema bileti satılıyor! “Türk Sinemasını Kalkındırmak” lafları edilirken sadece çekilen yerli filmlere odaklanmak değil, bu filmlerin ne kadarı, ne sürelerde gösterim şansı buldu, toplamda ne kadar izlendiler vs. bunların da üzerinde düşünmek ve belirli politikalar geliştirmek gerekiyor. Yeri geldiğinde genç nüfusumuzla böbürleniyoruz, Avrupa yaşlanıyor diye, fırsatlar bize geçecek diye seviniyoruz. Eğer hem yasal hem de yürütsel anlamda gerekli hamleler yapılmazsa, dahası hiç bir şey yapılmazsa, o fırsatlar bizi teğet geçer elhamdüllah. Türkiye’de Sinema Meselesi üzerine düşünmeye devam edeceğim, dolayısıyla bu yazı da devam edecek. Yorum/görüş/önerileriniz olursa lütfen bana iletin. Bu konuyu birkaç yazılık bir seri olarak düşündüm, dolayısıyla katkılarınıza ihtiyacım var…
Geri bildirim: Türkiye’de Sinema Meselesi: “Başka Sinema” Nasıl Mümkün? | sinedebiyatro