BAŞKA?, Diğer Her Şey...
Comment 1

Sanal Çağda Sorumluluk ve Duyarsızlık

Görsel: Lady in a Green Jacket (Yeşil Ceketli Kadın), August Macke, 1913. 

İçinde bulunduğumuz dönemi “sanal çağ” diye adlandırmak kimseyi şaşırtmaz herhalde. Her şeyin bir başkası olduğu, artık kimin/neyin kopyası olduğunun bile bilinmediği, bütün zamanların ve düşüncelerin birbirine karıştığı, gerçek-dışı, gerçek-ötesi ne dersek diyelim, garip bir dönemdeyiz. Yaşadığımız çağa damgasını vuran birkaç şey var herhalde, bunların birisi “sosyal medya”; bu sebeple “sosyal çağ” da denilebilir aslında. Her şeyin “bilinebilir” olduğu dolayısıyla gerçek anlamda hiç bir şeyin “bilinemeyeceği” bir ana geldik. Sanal çağda sorumluluk ve duyarsızlık meselesini de bu bağlamda ele almak istiyorum.

Demeyi düşündüğüm özetle şu: artık her şey; tüm acılar, savaşlar, haksızlıklar, yoksulluklar, ahlaksızlıklar aklınıza “fena” ne gelirse gözümüzün önünde olup bitiyor. Irak Savaşı’nı, Darfur Katliamı’nı, 11 Eylül’ü canlı yayından tüm dünya aynı anda takip ediyor. Küresel ısınmanın an be an etkisini arttırdığı, karşı konulmaz bir doğa felaketine sürüklendiğimiz herkesin mâlumu. Öte yanda göçmenler, günde 1 dolarla yaşamaya çalışanlar, otobüsleri doldurup sabah ve akşam ters yönlere akın akın giden fakir halk, bir yudum suyu olmayan Afrika insanları, her şey müthiş bir “duyarlılıkla” ortada. Her gün tecavüze uğrayanları, öldürülenleri, “şehit” olanları gazeteler, televizyonlar, sosyal medya kanalları “gündemine taşıyor”. Artık bilinmeyen hiç bir şey yok! Peki, bu kadar bilmek, bizi ne kadar duyarlı kılıyor? Eğer her bilgi “ahlâklı” kişiye bir sorumluluk yüklüyorsa, ki öyle olmalı, tüm bu olumsuzluklara da tepkisiz kalamayız herhalde? Oysa, durum bunun tam tersi: Modern insanın çelişkisi, çok fazla şeyi, aynı anda bilmek, bildikleri karşısında da ya “Üç Maymun’u” oynamak yani duyarsızlığa sürüklenmek yahut fevkalade ağır bir sorumluluğun altında ezildiğini hissetmek. Peki, bu noktaya nasıl geldik?

1. Bilgi Devrimi: Dünyanın bilinmedik yerlerini keşfetmeyle başlayan “Coğrafi Devrim” ve bağlı olduğumuz tüm sistemi değiştiren “Sanayi Devrimi” sonrasında, belki daha önce defalarca duyduğunuz “Bilgi Devrimi” girdi hayatımıza. Ve yeni bir çağın sancılarını yaşamaya başladık. Coğrafi Devrim ile yeni yerleri, dolayısıyla yeni zenginlikleri keşfeden insanoğlu ya Afrika örneğinde olduğu gibi gidip oraları sömürmeyi ve öyle zengin olmayı tercih etti, ya da Amerika örneğinde olduğu gibi gidip “keşfettiği” bu topraklardaki yerlileri kırıp oraya yerleşmeyi, yani bu toprakları sahiplenmeyi. Sanayi Devrimi ile “büyük şehirler” kurmaya ve buralara göçlerle yerleşmeye başlayan insanoğlu, daha çok üretebilmeyi ve emek-sermayeyi daha verimli kullanmayı öğrendi, sonunda bu “üretkenliği” materyal olmayan süreçlere de uygulamayı akıl edindi. Ve böylece “boş zaman” diye bir kavram çıkmasıyla roman, sinema, TV, radyo, internet gibi türler, daha iyisi yayın kanalları doğdu. Bunların hepsi “içerik” yahut “bilgi” demekti. Sanayi Devrimi’nden Bilgi Devrimi’ne doğru hızla yol alan insanlığın yol üzerindeki son noktası internet oldu. İnternetin “icadı” ile artık her bilgi/içerik teorik olarak herkesin ulaşabileceği bir şeye dönüştü. Düşünelim, internetin olmadığı, dolayısıyla fiziksel olarak aynı yerde olmayan insanların iletişim kuramadığı Antik Dünya’da, Oedipus’un “ahlaksızlığı” bir efsane (mit) haline geldi mesela. Yine bir başka örnek, Haçlı Seferleri Hristiyanları Doğu’nun “zenginliklerine” karşı harekete geçirdi. Oysa o dönemde Doğu’da ne olduğunu bilen birkaç seyyah vardı ve onlar da Homeros ve Evliya Çelebi gibi muhtemelen birçok şeyi uyduruyorlardı. (Ki burada bir paranez açarak bu iki seyyahın, kurmaca edebiyatın ilk ürünlerini vermiş olabileceklerini de söyleyebiliriz). O zaman bilgi kısıtlıydı, hayal gücü ve vicdan ise sınırsız… Şimdiyse tam tersi! Bu verdiğim örnekler de bilgi karşısında insanın duyduğu şiddetli hissiyatın başka dillere (efsane/mit) çevrilmesi. Bugün her söylenenin Google’dan “check” edildiği, her şey hakkında o an bilgi edinebileceğiniz bir zamanı yaşıyoruz. Öte yandan tüm bu bilgilerin kaynağı, bir başka bilgi, onunki de bir başka…. İnternetteki içeriğin ne kadarının üretildiği ne kadarının ise türetildiği belli değil. Belki de halen eski bilgilerimizle devam ediyoruz, ama hepsi aynı çatı altında… Şöyle özetlemek en iyisi : Bilgi Devrimi öncesi amiyane tabirle söylersek bilginin bir “değer”i vardı, yani Bilgi Devrimi’nin yaptığı bilgiyi daha değerli kılmak değil, onu çoğaltarak fetişleştirmekten başka bir sonuç vermedi.

2. Bağlantı Devrimi : Bilgi Devrimi ile Bağlantı Devrimi arasında nasıl bir ayrım yapabiliyorum? Aslına bakarsanız bu soruya doğru bir yanıt verebilmem oldukça güç. Ancak gelin şöyle düşünelim, bilgi devrimi dediğim şeye roman, sinema, TV ve radyoyu da kattım. Burada ise o meşhur tabirle daha çok “Web 2.0″dan bahsediyorum. “Bağlantı” ile neyi kastediyorum? Dünyanın herhangi bir yerinde olan her hangi bir şey hakkında bilgi sahibi olma imkanımızı. İşin bir ucu da “sanallık” denen kavrama gelip dayanıyor belki. Aslında “sanallık” internetle doğan bir şey de değil, bunun altını çizmekte fayda var. Söz gelimi Platon’un İdealar Dünyası da bir sanallıktır. Yani fiziksel olarak bulunmadığımız alanlara dair bilgimizin olması tarihöncesinen beri mümkün. Ancak “Web 2.0” ile gelen şey, “idealar dünyasında” fiziksel olarak değilse de sanal olarak bulunma imkanımızın ortaya çıkması. Lafı uzatmayayım, Bağlantı Devrimi ile sanallığı, sosyal medyayı, kullanıcıların katılımını ve internet üzerindeki etkileşimi kastediyorum. Bugün Tunus Devrimi’nde gerçekte neler olduğunu Facebook ve Twitter sayesinde daha doğru ve hızlı bir şekilde öğrenebiliyorsak, Suriye’deki saldırıları an be an takip edebiliyorsak, dil biliyor da internetten dünyanın herhangi bir yerindeki gazeteyi takip edebiliyorsak bu bağlantı devrimi dediğim olgu sayesinde yahut onun yüzündendir. Mesela internetteki 3 boyutlu müzeleri gezebilme, Google yahut Yandex haritalarından hiç gitmediğimiz bir sokağı görebilme, 3G bağlantı sayesinde herhangi bir yere herhangi bir anda bağlanabilme yani idealar dünyasını deneyimleme şansına (yahut şanssızlığına) sahibiz.

Edward Munch

Bütün bunları neden anlattım? Çünkü dediğim gibi yaşadığımız “Sanal Çağ’da” bilginin bu kadar hızlı ve kolay erişilebiliyor olması, ister istemez her şeyden “haberdar” olmamızla, her şey ve herkesle “bağlantıda” olmamızla sonuçlanıyor. Bu durum da bizde bir sorumluluk yahut duyarsızlık yaratıyor.  Her gün posta kutuma Greenpeace’den bir mesaj düşüyor, içeriği değişse de, sorun değişmiyor: Çevre Katliamı! Her gün sokakta Unicef, Amnesty, WWF ve yine GreenPeace çalışanlarıyla karşılaşıyorum, sorun: okula bile gidemeyen çocuklar, her gün her saniye yaşanan bebek ölümler, cezaevlerinde işkenceye maruz kalanlar, ülkemizde ve tüm dünyadaki hak ihlalleri, sokaklardaki dilenciler, yardıma muhtaçlar… İşin garibi bu saydıklarımın hiçbiri sanal dünyada gerçekleşmiyor, ama bir de şöyle düşünün; Twitter’daki “Marka Boykotları”, mesela otobüste Kürtçe konuştuğu için indirildiği iddia edilen birisi sonrasında Metro Turizm hakkında yazılanlar, ya da çalışanlarına kötü muamele ettiği gerekçesiyle Burger King aleyhine yapılan boykot çağrısı vs. …  Yahut duyduğumuz tecavüz, töre cinayeti, yolsuzluk haberleri… Türlü sebeplerle başlatılan sanal imza kampanyaları, Facebook’ta beğenme üzerine kurulu sosyal mesajlar… Bütün bunları bilmiyor muyuz? Biliyorsak bir sorumluluk hissetmiyor muyuz? Hissetmiyorsak duyarsızlaştık mı? Duyarsızlaştıysak bunun sebebi Bilgi ve Bağlantı devrimi mi? Yani her şeyden haberdar olmamız bize artık bir sorumluluk yüklemiyorsa bilgiye bağışıklık mı kazandık da bu kadar tepkisiz kalabiliyoruz? Düşünüyorum da Batı Cephesi’nde 100 bin askerin bir günde ölmesinden aceba insanlar o dönemde ne zaman ve nasıl haberdar oldular? Ya da haberdar oldular mı? Tepkileri ne oldu?

Sözün özü, bilgi devrimi ile birbirine “bağlanan” biz, “modern” insanların dramı yaşadıkları çağda, yani Sanal Çağ’da, sorumluluk ile duyarsızlığın el ele yürümesidir. Ne yapmalı? Belki de bize yeni bir “devrim” gereklidir? Ne devrimi mi? Mutluluk, daha iyisi İnsanlık Devrimi!

1 Yorum

  1. Geri bildirim: Kurmaca ve Gerçek: Anna Karenina’ya Ağlamak « sinedebiyatro

Yorum yapmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s