Bu Aralar Okuduklarım, Edebiyat, Sevdiğim Yazarlar
Comments 3

Memleket Hikayeleri – Ayfer Tunç

Memlekette nerdeyse her iyi şey için bir de kötümser yan anlam geliştirmişiz. Mesela ” edebiyat yapmak” yahut “edebiyat parçalamak”… Ayfer Tunç’un 2012 yılında İletişim Yayınları’nın Memleket Kitapları serisinden çıkan “Memleket Hikayeleri” de ne kadar edebiyat, ne kadar hayat orası okuyana kalmış. Ama kesin olan şu ki, Ayfer Tunç, bu kitabında “edebiyat yapmaya” çalışmamış. Memleketin pür-mealini kendi “şahsi macerası”ndan yola çıkarak ortaya koymaya çabalamış. Kitabın arka kapağında belirtildiği gibi “Ayfer Tunç’un teferruatçı, gören ve dinleyen kaleminden” çıkmış ve Refik Halid Karay’ın Memleket Hikayeleri kitabına selam gönderen bir kitap Memleket Hikayeleri. Kitabın çıkışının ardından Radikal’e verdiği röportajda Ayfer Tunç, kitabı yazarken kendisine şu soruyu sorduğunu belirtiyor : “Memleketimi sevmek için elimde ne kaldı?” Öyle ya gittikçe çarpık kentleşen, sahip olduğu değerleri hoyratça tüketen, Türk ve müslümanlığından taviz vermezken beraber yaşadığı halkları inciten, özünü unutmuş, kendisine verileni körce sahiplenen, doğusuyla batısı birbirini tutmayan ve biribirini anlamaktan ümitsiz bu memleketi sevmek için aklı selim, vicdan sahibi olanlar halen neye sarılabilecek?

Kitaba geçmeden önce küçük bir parantez açıp Ayfer Tunç hakkında dilim döndüğünce bir şeyler söylemek istiyorum. Yapı Kredi Yayınları’nda editörlük de yapan yazar yaklaşık 30 yıldır edebiyat dünyasının içinde öğrendiğim kadarıyla. Benim, Ayfer Tunç ile tanışmam ise blogumdaki “Kapak Kızı” yazısında belirttiğim gibi birkaç yıl önce oldu. Aslında tanışmak yerine keşfetmek sözcüğünü kullanmalıydım belki de. Zira kitaplarıyla tam bir keşif oldu Ayfer Tunç benim için. Okuduğum kitaplarda gördüğüm kadarıyla müthiş bir hikayeci Ayfer Tunç. Adeta eski zamanların ateş başında yahut mahalle kahvelerinde sahneye çıkan hikaye anlatıcılarındaki tılsım var yazdıklarında. O çok kullanılan saçma tabirle söylersem, “bir çırpıda okunuyor” Tunç’un yazdıkları. Ama o bir çırpıda aldığınız haz ve edindiğiniz birikim öyle kısa ömürlü popüler kitaplarınkinden alabildiğine farklı. Hakikati görenlerden Ayfer Tunç bana sorarsanız. O yüzden yazdıklarını çok önemli buluyorum. Naçizane tavsiye verecek olursam, Taş-Kağıt-Makas ve Aziz Bey Hadisesi Ayfer Tunç yazınına girmenin en tercih edilebilecek yönü. Şimdi en iyisi sözü uzatmadan Memleket Hikayeleri kitabına dönme zamanı.

Kitap üç bölüme ayrılmış : Memleket Yazıları, Fotoğraflar Anlatıyor ve Memleket Hikayeleri. İlk bölümde daha çok “memleket”in ne olduğu ve hayatımızdaki yeri üzerinde duruyor yazar. İkinci bölümde bir tanıdığının arşivinden çıkan fotoğraflarla, bando aşkından muzdarip Bıçakçı Gümüş Ahmet’in hikayesi üzerinden modernleşme yahut Cumhuriyet dönemini okumayı deniyor. Son bölümde ise bu memlekette yaşayan herkesin az çok aşina olduğu, karşılaştığı küçük hikayeciklerden yola çıkarak, memleketimizde Türk, taşralı, müslüman, azınlık, kürt, farklı cinsel tercihlere sahip, ülkücü, Batılı, modern, muhafazakar olmayı anlatıyor.

Memleket Yazıları’nın ilki olan “Büyük Siyah Lekeler”de özetle şöyle diyor Ayfer Tunç : “...biz kişisel veya toplumsal kayıtlarımızı tutmaya ve korumaya pek meraklı bir toplum değiliz.” Belki bir “suçluluk psikolojisi”nden belki bilinçsizlikten kaynaklanıyor bu durum. Ancak 1980 darbesi gibi toplumun yapısını değiştiren olaylardan da pek iyi hatırlayabileceğimiz şekilde, bu durum bizi çarpık bir geçmişin, yeniden ve zorla inşa edilen bir tarihin tehlikeli yollarına düşürüyor. Hal böyle olunca da “şizofrenik” bir toplum haline geliyoruz. Geçmişte yapılan iyilikleri efsaneleştirip, kötülükleri toplumun bilinçdışına iterek… Şöyle diyor bu ilk yazıda Ayfer Tunç : “Geçmişimize duygularımız, gönül kırıklıklarımız veya sahip olmak istediğimiz tarihe dair özlemlerimiz şekil verir. Özlemlerimiz tasavvura, tasavvurlarımız olmuşa dönüşür, sonunda kendi yazdığımız tarihe inanırız.” Memleket Hikayeleri bu anlamda önemli bir kitap, her küçük hikaye bizim “yanlış bilincimizin” çarpıklıklarını ortaya koyuyor bir nebze, bu hikayelere kulak verirsek “memleketimizi sevmek için” halen son bir şansa sahip olabiliriz belki. Memleket Yazıları’nın ikincisi “Taşra: Odette’çeden Türkçeye” başlığını taşıyor. Bu yazıda taşraya bakışı sorguluyor Ayfer Tunç. Taşra kelimesini nasıl köken olarak yabancı bir kelime sandığını anlatıyor. Zihninde bu sözcüğün çağrışımlarını ararken memlekette taşra ve taşralılık nasıl bir anlama sahip ve bu anlam yıllar içinde nasıl değişti, bunun izini sürüyor. Sonraki yazı “Memleket : Neresinden?”de bir yeri memleket olarak görmek ve oraya bağlılık hissetmek meselesini deşiyor. “Memleket : Beni O Anlar!” adlı dokunaklı hikaye geliyor ardından. Londra’da tanışan bir Yunan ile bir Türk’ün birbirini nasıl anladığı Yunan kadının Türk’e söylediği bu sözlerde açığa vuruluyor. İstanbul için bir güzelleme ve bir de ağıt ile bitiyor bu bölüm. Sonrasında bahsettiğim gibi fotoğraflardan yola çıkarak Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki modernleşme hamlesi içinde Taşralı Bıçakçı Gümüş Ahmet’in kişisel hikayesi üzerinden memleketin değişimi anlatılıyor. Kitapta en uzun alan Memleket Hikayeleri’ne ayrılmış tahmin edeceğiniz gibi. Bunlar zaman zaman içinizi sızlatan, yüzünüzü kızartan, hafifçe gülümseten, hayrete düşüren, bir yerlerden tanıdık gelen hikayeler. Neler anlatılıyor bu hikayelerde? Son derece normal bir aile sohbetinde kendini hissettiren ırkçı söylemler, hafızamızdan silinmiş Ermeni gelenekleri, dışlanan, aşağılanan alevilerin yaşadıkları, kız isteme sırasında açığa çıkan Ayten Yenge’nin karışık kökeni, tüketim ve üretim toplumu karşısında yitip giden zanaatlar, taşrada modernleşme çabaları, değişen ve değiştikçe anlamı yiten değerler, ülkedeki yabancıların maruz kaldıkları, gerçek anlamda Doğu’lu ve Batı’lı olmak, kendi memleketinde yurtsuz kalan Özlem’in hissettiği acı, “içinde yaşadıkları memleketlerinin artık yaşlı bedenlerine yasaklanan kırmızı bir akide şekeri” olduğunu bilen çiftin hayal kırıklığı. İşte bunlar var bu hikayelerde, yani memleketimizde. Tabi her anlatılan, anlatılmayanı da içeren yoğun bir anlam taşıyor Ayfer Tunç’un Memleket Hikayeleri’nde. Memleket ne hale geldi diye sızlananlar, bir başkadır benim memleketim diyenler, üç tarafı denizlerle çevrili memleketini dünyanın en güzel memleketi görenler, nereye gidiyoruz diye ahlayıp vahlayanları bir kenara bırakırsak kendi vicdanımızın sesi var bu hikayelerde. İşte o yüzden okumalı, anlatmalı bu hikayeleri ki; daha güzel hikayeleri de anlatacak zamanlar gelebilsin…

3 Comments

  1. Geri bildirim: Peri Gazozu: Türkiye’nin Yetim Öyküsü… | sinedebiyatro

  2. Geri bildirim: Gözetleme Kulesi : Yüreği olan söylesin… | sinedebiyatro

  3. Geri bildirim: Amour: “Aşk”ı Aşk İle İzlemeli! | sinedebiyatro

Yorum yapmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s