Month: Eylül 2012

@MozartAbla’nın “İKSV’ye Açık Mektup”una Cevabım

Sevgili Mozart Abla, Blogunuzda İKSV’ye hitaben yazdığınız mektubu okudum. Twitter’dan size ilettiğim mesajda belirttiğim gibi, bloga doğrudan yorum yazamadığım için (benim hatam da olabilir) yazınızı “Tutarsız” ve “Çarpıtılmış” olarak değerlendirdim. Şimdi bu mektupta neden böyle düşündüğümü açıklamama izin verin. Öncelikle şunu belirteyim, niyetim “size karşı olmak”, yazınızı kötülemek, “karşıt-propaganda” yapmak yahut bir kurum olarak İKSV’yi savunmak değil. Şüphesiz ki her düşünce dile gelmeyi hak eder ve her düşüncede bir doğru yan vardır, ve lâkin bunun tersi de geçerli, yani her düşüncede yanlış bir yan da vardır. Öte yandan birey karşısında (kim olursa olsun), kurumu (hangisi olursa olsun) savunmak hoşlanacağım bir tutum olamaz. Ne var ki, bir “sanatsever” olarak, bir “lale kartlı” olarak yazınıza birkaç itirazım var. İlk olarak Lale Kartlılardan alınan “milyon dolarlardan” bahsetmişsiniz. Sanıyorum rakamlar konusunda İKSV doğru bir bilgilendirme yapabilir, ancak lale karttan elde edilen gelirin o kadar fazla olduğunu düşünmüyorum. “Milyon Dolarlar” sözü yazının başında belirttiğim “çarpıtma” tutumu olarak değerlendirilebilir. “Bugüne kadar bizim vergilerimizle devletten aldığınız teşviklere ve ücretsiz salonlara da gıkımız çıkmadı!” demişsiniz, bu ülkede hangi uygulama eleştirilecek olsa öne sürülen …

Umberto Eco’dan “Genç Bir Romancının İtirafları”

Kitap, Umberto Eco’nun 2008 yılında Richard Elliman konferanslarında yaptığı konuşmaların metine dökülmüş hali. Konferansların ve kitabın başlığı “Genç Bir Romancının İtirafları”. Şöyle diyor Eco : “aslında neden böyle diye sorabilirsiniz, çünkü ne de olsa yetmiş yedi yaşıma doğru yol almaktayım. Gelin görün ki ilk romanım olan Gülün Adı 1980’de yayımlanmıştı, demek ki romancılık kariyerime başlayalı sadece yirmi sekiz yıl olmuş”.

Sanal Çağda Sorumluluk ve Duyarsızlık

İçinde bulunduğumuz dönemi “sanal çağ” diye adlandırmak kimseyi şaşırtmaz herhalde. Her şeyin bir başkası olduğu, artık kimin/neyin kopyası olduğunun bile bilinmediği, bütün zamanların ve düşüncelerin birbirine karıştığı, gerçek-dışı, gerçek-ötesi ne dersek diyelim, garip bir dönemdeyiz. Yaşadığımız çağa damgasını vuran birkaç şey var herhalde, bunların birisi “sosyal medya”; bu sebeple “sosyal çağ” da denilebilir aslında. Her şeyin “bilinebilir” olduğu dolayısıyla gerçek anlamda hiç bir şeyin “bilinemeyeceği” bir ana geldik. Sanal çağda sorumluluk ve duyarsızlık meselesini de bu bağlamda ele almak istiyorum.