“Onu ya da herhangi birini tanımak için onu tamamlayan insanlar aranıp bulunmalıydı; hatta yerler bile.” – Virginia Woolf, Mrs. Dalloway, Sayfa: 164, Kırmızı Kedi Yayınevi, Çeviren: İlknur Özdemir, Birinci Basım, Ocak 2012, İstanbul.
Bu alıntıyı sadece çok beğendiğim için yazının girişine almadım, aynı zamanda bana göre kitabı da çok iyi özetleyebildiği için alıntılama gereği hissettim. Öyle ki Londra, Londra’daki parklar, mahalleler, etraftaki insanlar, onların hayatları olmadan Mrs. Dalloway’in hikâyesi nasıl anlatılabilirdi ki? Aslında burada, modern edebiyatta sıkça sözü edilen bilinç akışı tekniği devreye giriyor elbette. Ki kitabın arkasındaki tanıtım yazısında Woolf’un bu tekniğin en olgun eserini verdiği kitabının Mrs. Dalloway olduğundan bahsediliyor. Ancak bahsettiğimiz teknik, okuru zorlayan, eserin düşünce akışını takip etmesini bekleyen ve bu sebeple de öyle her yerde ve her zaman okunmayacak, okunsa da derine inip anlaşılamayacak kitaplar ortaya çıkarıyor. Nitekim, kitabı 2-3 hafta gibi görece uzun bir sürede tamamlayabildim. Hikayenin ritmine ayak uydurana kadar da haliyle epeyce zorlandım. Woolf, Mrs. Dalloway’de 20’li yıllar (savaş sonrası) Londra’sındaki Clarissa’nın bir gününü anlatıyor. Vereceği davetin hazırlıklarını yapan Clarissa dışında, onunla bir şekilde ilintili diğer insanların da hayatları, karakterleri, düşünceleri ve eylemleri Clarissa’nın hikayesine sızıyor. Belki de yukarıdaki cümlede dendiği gibi, onu tamamlayan insanlar ve yerler olmasa Clarissa’nın hikayesi de yarım kalacak yahut tam da anlaşılamayacaktı.
Kimler var romanda? Savaş sonrası psikolojisini üzerinden atamayan ve sonu intihara giden Septimus ve İtalyan asıllı karısı Razia; Clarissa’nın kızı Elisabeth ve kocası Richard; ailenin diğer bazı üyeleri; Clarissa’nın ilk aşkı ve evliliğin eşiğinden döndüğü Peter Walsh; eski dostu Sally ve sayamadığımız diğer kişiler. Hikayeler beni bu karakterlerin hepsinin esere alınmasında bir amaç olduğu kanısına götürdü. Mesela Peter Walsh olmasa eski İngiliz İmparatorluğu ve Hindistan ilişkisi ve aşk eksik kalacaktı. Yahut Elisabeth olmasa savaş sonrası Avrupa toplumunun değişimi ve iki nesil arasındaki farkları hissedemeyecektik. Septimus olmasa savaştan, Razia’sız göçmen meselesinden, Richard’sız da İngiliz soylu/yönetici tayfasından bahsedilemeyecekti romanda. Dolayısıyla ben karakterleri ve hikayeyi bu gözle okudum. Ne kadar doğru yaptım bilmiyorum? Burada bir parantez açarak şunu eklemek istiyorum. İntihar etmiş yazarların kitaplarını okurken bilinçli ya da bilinçsiz olarak eserlerinde bu intiharın izlerini sürmeye çalışır okur. Burada da Septimus’un intiharı ve sonrasında Clarissa’nın yahut anlatıcının bu durumu saygı ve takdir ifadesi olan sözlerle karşılaması bana aceba Woolf’un da intihar ile ilgili düşünceleri böyle miydi, sorusunu sordurdu. Burada sözünü ettiğim sözleri alıntılayalım: Ölüm, bir meydan okuyuştu. Ölüm, iletişim kurma çabasıydı, insanlar, nedense kendilerinden kaçan öze ulaşmanın olanaksızlığını hissediyorlardı; yakınlık uzağa düşüyordu; daha az kendinden geçiyordu insan, yalnız kalıyordu. Ölüm bir kucaklaşmaydı. (sf. 198)
Bir diğer nokta ise Clarissa’nın kitaba ismini Mrs. Dalloway şeklinde vermesi. Zamanında İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale alan “Gilles’in Karısı” adında bir Fransız filmi izlemiştim. Orada da aile içinde, evli bir kadın olarak toplum içinde kadının rolü üzerine aynı tespit yapılıyordu, yani erkeğin soyadını da alarak, toplumda kadının erkekten sonra geldiği, kimliksizleşmeye, ismi bile olmayan anonim bir karaktere indirgenmesi… Burada da Clarissa’nın yaptığı evlilik sonrasında bir anda Mrs. Dalloway’e dönüşmek zorunda hissettiği ve belki de kendi hayalleri yerine başkasının hayatını yaşadığı düşüncesindeyim. Belki de Clarissa, Peter ile evlense Peter ve Clarissa olurdu, belki kitabın adı bile öyle olurdu, ama kitapta neyin hikayesi anlatılırdı, orası bilinmez…
Kimler Okumalı? Çağdaş Klasikler’den yahut İngiliz Edebiyatı’ndan hoşlananlar, modern yazın diline ve bilinç akışı tekniğine aşina olanlar ve bu tür kitapları sevenler, bizim edebiyatımızda Sevim Burak yahut Bilge Karasu kitaplarını beğenenler, Woolf’u, intiharını, kitaplarını, savaş sonrası İngiltere’sini merak edenler…
Kimler Okumamalı? Modern edebiyat dili ile sorun yaşayanlar, zor okunan ve kendini kolay teslim etmeyen kitaplardan haz etmeyenler, “sonra ne olacak” merakını edebiyatta biçim ve içeriğe tercih edenler, yaz sıcaklarında daha hafif, sürükleyici ve eğlenceli bir şeyler arayanlar ve intihar etmeyi düşünenler!