Bu Aralar Okuduklarım, Edebiyat
Yorum Yapın

‘Günlerin Köpüğü’nden Ne Kalır Geriye?

Ben aşık olmak isterdim, dedi Colin. Sen aşık olmak isterdin. O aynı şeyi isterdi (aşık olmak). Biz, siz, isteriz, olmak isterseniz, onlar da aynı şekilde aşık olmak isterler.” – Kitaptan, Sf. 49

Kısaca söylemem gerekirse sakız ettiğim kitaplar vardır, yani okumak için uzun süre harcadığım çeşitli nedenlerle çok keyif almadığım daha iyisi, popüler bir ifadeyle “içine giremediğim” kitaplar, işte Günlerin Köpüğü bu kitaplardan birisi oldu benim için. Neden?

1. Sunum: Sunumdan neyi anlıyorum, onu biraz açıklamam gerekiyor. Öncelikle kapak tasarımı, kitabın ön ve arka yüzünde yer alan alıntılar ve de sunuş yazısı. E Yayınları’nın hazırladığı kapak tasarımı pembe ve çiçeklerle süslenmiş, bu da kitabın çok satan romanlar gibi bir imajı olmasına sebep oluyor. Hatta kitabı elimde gören arkadaşlarım önce böyle bir kitap okumama şaşırdı, Boris Vian ve bilhassa Günlerin Köpüğü olduğunu gören kadınlar ise “Çok güzeldir, en sevdiğim kitaplardan” gibi sözlerle düşüncelerini ilettiler. Ancak o zamana kadar beni kitaptan halihazırda biraz soğutan noktalar olmuştu. Örneğin kitabın ön yüzünde yer alan “Çağdaş Aşk Romanlarının En Çarpıcısı” sözü oldukça iddialı ve bana kalırsa kitabı yanlış sunan bir ifade. Çünkü bu kitabı “aşk romanı” olarak görmedim açıkçası, hele de “en çarpıcı” filan gibi ifadeler oldukça iddialı kaçıyor. Vian’ın yazdığı ve kitabın arka kapağında yer alan Önsöz de bir o kadar iddialı ve bu tarz büyük laflar bence hakiki bir sanat eserine yakışmazdı. Mesela “… ilerde gelecek olan sayfalar tüm gücünü gerçek bir öyküden almıştır, çünkü başından sonuna kadar ben hayal ettim” fikir olarak güzel, ancak bir kitabın sadece önsözünde yer almayı hak etmeyen, böylece eseri ve yazarını farklı bir noktaya çekebilen sözler. Yukarıda alıntıladığım “Çağdaş Aşk Romanlarının En Çarpıcısı” sözünün yazarı kitabın sunuşunu da kaleme alan Gilbert Pesterau’ya ait. Aynı zamanda giriş yazısının da adı “Ellington’cı bir başyapıt”. Bu referans bana sorarsanız bir kitabı bu şekilde lanse edebilmek için oldukça güçsüz bir referans durumunda. Bunun dışında yine giriş bölümünde yer alan “İki günde yazdığı Günlerin Köpüğü” bilgisi de, iyi de neden iki günde bir kitap yazar ki insan? Ayrıca nasıl yazar, amacı nedir? gibi sorular uyandırdı kafamda. Neyse ki, Pesterau yazısında bu sorumu cevapladı; meğerse Vian kendisiyle ilgilenmeyen edebiyat dünyasına nazire yapıyormuş romanlarıyla, Mezarlarınıza Tüküreceğim’i de 15 günde yazmış! Neyse tek romanını okuduğum yazarı da kötülemek istemiyorum, sırada Mezarlarınıza Tüküreceğim olacak, ondan sonra daha derli toplu yazabilirim.

2. Bağlam: Bağlam diyerek neyi kastediyorum? Öncelikle Vian’ın dönemin avantgardistleriyle ilişkisi, sonra romanın ve yazarın caz ile kurduğu organik bağ, ve son olarak da bu bağlamın dipnotlarla kendini belli etmesi. Şunu söylemeliyim ki, Sartre, Cocteau, Aragon gibi yazarları etkileyen bir kitaba kötü diyemem. Ancak bu yazarları da kendi edebiyat maceramda önemli bir yere koyamadığımdan bu bağlamdan oldukça uzak sayılırım. Dolayısıyla bu durum, okuma ve anlama serüvenimi etkilemiş olabilir. Ancak daha önce de söylediğim gibi kitabın içine giremiyorum bu sebeple. İkinci olarak caz müziğinden anlamıyorum ve anladığım kadarıyla da öyle ölümcül bir haz almıyorum. Ellington’ı bile kitabı okumadan önce tanımadığım için, hikaye ile Ellington, caz müziği ve Amerikan kültürü arasında nasıl bağlar kurulduğunu anlamam oldukça güç oldu. Bu bağlamda okuyucuya yardımcı olabilecek dipnotlar ise ne yazık ki ona yardım etmediği gibi dikkatini ve düşüncelerini başka yönlere çevirmesine sebep oluyor. Örneğin, Fransızca’da sık karşılaştığımız Chloé ismi hakkındaki dipnot: “Taze yeşillik” anlamındaki Yunanca’dan gelen isim, Ellington’a yapılan gönderme bahara yapılan mitolojik ilişkiyle ikiye hatta Longus’un (II.yy sonu, III. yy başı) Daphnis ve Chloé adlı pastoral romanıyla üçe çıkarılabilir.” denilerek adeta bu kitabı anlamanın ve yapılan göndermelerin farkına vararak okumanın ne denli zor olduğunu gösteriyor.

Kitabı genel anlamıyla her ne kadar favorilerim arasına alamasam da aşkla ilgili birkaç nokta oldukça hoşuma gitti. Örneğin bence kitapta aşkın en güzel ifadesi, göğsüne bir nilüfer çiçeği yerleştiği için (kanser?) öksüren Chloé’ye Colin’in “canım Cholé ne olur öksürme, lütfen” diye içi parçalanarak aşkını ortaya koyuşuydu. Hoşuma giden bir diğer nokta da Chloé’nin hastalığı kötüleştikçe içinde yaşadıkları evin duvarlarının küçülmesi, adeta evin bile bu acıya dayanamaması oldu. Ancak aşkın kitaba bu kadar geç girmesi ve girer girmez de aslında “acı”ya dönüşmesi, belki giriş yazısında belirtilen şekilde, mutlu aşk romanlarına bir tepki, bir arayış yahut klasik trajediye bir başkaldırıştı, ancak yazar benim anladığım kadarıyla yine de aşkın derinliğine inemedi, konunun özünü bir takım “entellektüel dertler” yüzünden kaçırdı, sonuç olarak bu da malesef kitaptan aldığım hazzı ve ona karşı beğenimi azalttı.

Yorum yapmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s