BAŞKA?, Tiyatro
Comments 2

Aşk Mektupları ve Mektup Aşkları

Beni yırtıp atabilirsin, saklayabilirsin veya bugün, yarın yahut ölene kadar istediğin kadar durup durup okuyabilirsin” – Andy, Oyundan

Tiyatro Festivali’ne Cuma akşamı, daha önce belirttiğim gibi, Aşk Mektupları oyunu ile start verdim. Ancak, ilk oyun bende biraz hayal kırıklığı yarattı açıkçası. İki kişinin hayatı boyunca birbirleri ile mektuplar üzerinden bir aşk yürütmesi fikri ilginç gelse de, yazı ve tiyatro arasındaki farkları bir kez daha derinden hissederek, oyunu oldukça vasat buldum. Neden? Çünkü Aşk Mektupları, bir tiyatro oyunu olarak farklı bir şekilde sahneye konulabilirdi diye düşünüyorum. 2 oyuncunun bütün oyun boyunca yan yana iki masada oturup birbirlerine yazdıkları mektupları okuması bence tiyatro açısından oldukça yetersiz bir mizansenin varlığını ortaya koyuyor. En azından birlikte geçirdikleri zamanlarda masadan kalkıp o anı canlandırabilirlerdi bana sorarsanız. Dolayısıyla tiyatro sahnesinde sadece metnin olduğu, sıfıra yakın oyunculuk ve dekorun bulunduğu bir oyun, bana kalırsa oldukça yetersiz kaldı. Oyun süresince de karşı konulmaz bir şekilde Leyla Erbil’in Mektup Aşkları kitabını hatırladım. Şimdi bu iki metin üzerinden genel bir karşılaştırma yaparak, oyunu neden beğenmediğimi ya da oyundan ne beklediğimi anlatmaya çalışayım.

Bana sorarsanız, iki kişinin aşkı sadece iki kişi arasında geçmez ve iki kişilik bir hikayeden çok daha fazlasıdır. Kahramanlar onlar olsa da, aslında olaylara çok başka kişiler yön verebilir ve bu hikayede onlardan daha önemli bir yer edinebilir. Tanpınar’ın Mümtaz ve Nuran aşkını nasıl anlattığını bir düşünün hele! Ancak Aşk Mektupları’nda bütün olay sadece iki kişinin ağzından anlatılıyor ve diğer kişiler sadece bu 2 ana kahramanın hayatına girdiği ölçüde kendilerine yer buluyorlar. Öte yandan Mektup aşkları örneğini ele aldığımda orada 40’lı yıllardaki Türkiye’nin ahval-i mealini, “aydın” ama “küçük burjuvalar”ın hayata bakışını, kadın erkek ilişkilerini, kadının o yılların Türkiye’sindeki (hatta daha geniş bir bütünde) yerini görebiliyor ve buna dair fikirler edinebiliyorum. Ayrıca Mektup Aşkları, o bildiğimiz anlamda edebi aşklara ve aşk mektuplarına da bir gönderme içeriyor ve hatta iki kişiden kadın olanı kitapta kendi sesine yer bulamazken, ona yazılan mektuplar etrafında kendi hikayesini anlatabiliyor. Bu da farklı açılardan anlatılan hikayedeki parçaları daha ilginç ve bütünsel anlamda, çelişkileriyle birlikte daha gerçekçi kılıyor. Bu anlamda baktığımda da Aşk Mektupları, bir metin olarak kendi başına yeterli ve yetkin görünmedi açıkçası bana.

Elbette bu metin çok daha etkileyici bir biçimde sahneye konulabilse tiyatro ve edebiyat arasında nasıl bir ilişki olabileceği, hangi noktalarda birbirlerine üstünlük sağlayabilecekleri de biraz daha iyi şekilde açığa çıkabilirdi. İyi bir sahne tasarımı, müzik ve ışık kullanımı, tabi tiyatrodaki en önemli öge olan oyunculuk, bu metni çok daha ilgi çekici kılabilirdi belki. Bütün bunlar olmayınca da ortaya adeta bir tiyatro provasında gibi elindeki metinleri okuyan oyuncular ve vasat bir oyun çıkıyor. Müşfik Kenter’in zaman zaman replikleri unutması yahut tekrar etmesi, dilinin dolaşması da beni büyük hayal kırıklığına uğrattı açıkçası. Oyunda yaşadığım en güzel ve dokunaklı anlar ise  uzun yıllardır beraber olan bu iki tiyatrocunun oyun bittikten sonra seyirci önünde birbirlerine aşkla minnet sundukları sahnelerdi….

2 Comments

  1. Geri bildirim: Çehov Makinesi ve Yalnızlar Kulübü | sinedebiyatro

  2. Geri bildirim: Çehov Makinesi ve Yalnızlar Kulübü « sinebiyatro

Yorum yapmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s