İKSV’nin düzenlediği İstanbul Tiyatro Festivali 10 Mayıs’ta başlıyor. Her ne kadar bu alanda öyle uzman filan olmasam da seçtiğim oyunlardan yola çıkarak nacizane birkaç önerimi dile getirmek istiyorum. Ha bu arada bu başlık ne? diye soruyorsanız da, bunun o çok sevdiğim üstad Magritte’e bir gönderme değil, Biletix’den aldığım biletler ile birlikte verilen hizmet bedeli faturasının bilet formatında olması ve üzerinde büyük puntolu harflerle “BU BİR BILET DEGILDIR” yazması olduğunu belirtmemde yarar var. Neyse geçelim nacizane önerilere;
1. Aşk Mektupları : 11 Mayıs Cuma günü Festivale bu oyunla start veriyorum. Neden ilgimi çekti? Nedeni basit aslında, Kenter’leri tiyatroda daha önce hiç görmedim, bir aşk hikayesini de en iyi 34 yıldır birlikte olan tiyatrocu bir çift oynayabilir diye düşündüm. Kenter Tiyatrosu’nun da 50. yılı olması kesinlikle özel bir deneyim vaad ediyor…
2. Elin Elimde: 12 Mayıs Cumartesi için bu oyuna bilet aldım, ancak Cüneyt Türel’in vefaati sebebiyle ne yazık ki sahnelenemeyecek… Oysa ki Çehov’un tiyatroda başlayan ve 6 yıl süren Olga aşkını izlemek bana duygulu anlar yaşatabilirdi…
3. Çehov Makinası: Neyse ki bir önceki günden içimde kalan Çehov tutkusunu 13 Mayıs Pazar günkü bu oyunla bir nebze olsun tatmin edebileceğim. Neden ilgimi çekti? Tabi ki isminden de anlaşılacağı gibi Çehov hakkında olması, hatta Çehov ve karakterlerini aynı sahnede buluşturma fikri sebebiyle.
4. Yalnızlar Kulübü: Kaybedenler Kulübü’nden sonra ismi jenerik gelse de yalnızlık her zaman ilgi çekici olmuştur, hele benim gibiler için… Oyun tanıtımı adeta benim kalemimden çıkmış gibi : İnsanın sosyalleşmek için gösterdiği “çaba”, “Hayat Ritmini” bulma… Öte yandan bana tamamen uzak bir sosyalleşme kursu fikri, bir arada değişime uğrayan bir grup, bir deneyim olarak dönüşüm… Her şey bir yana, festivalin Yeni Dalga bölümü benim gibi tiyatroyu arkaik bulanlar için önemli bir alternatif olabilir.
5. Orfeo : Tiyatronun arkaik olmasından bahsetmişken, Orfeo’ya gitmeye ne demeli? Aslında burada tiyatronun temel metinlerinin klasik anlayışla sahnelenişi değil tabi meselem, dolayısıyla tiyatro hakkında bir şeyler bilebilmek için klasik metinleri kesinlikle izlemeli. Ayrıca normalde göremeyeceğimiz bir Fransız topluluğu sahneye koyuyorsa, Bruegel, Picasso’dan esintiler varsa, Cirque de Soleil dansçıları söz konusuysa, hele bir de Philip Glass müzikleri mevzu bahis ise gitmesem çıldıracaktım!
6. Kafka’nın Maymunu: Biri Kafka mı dedi? Konuşmayı ve bir insan gibi davramayı öğrenmiş olan bir maymunu mu anlatıyor? Ödüllü mödüllü mü? Gittiği her ülkede kapalı gişe oynamış, olağanüstü yorumlar mı almış? Tamam hacı, ben varım.
7. Ah Smryna’m, Güzel İzmir’im : Tiyatro Pera’nın bu oyunu ilk kez 19 Mayıs’ta, ben 22’sinde gidiyorum. Oyun 1923 yılında Izmir’de geçer. Savaş bitmiş, Rum ve Türk topluluklarının karşılıklı göç etmesini zorunlu kılan “Mübadele Yasası” çıkartılmıştır. Bu topraklarda neler oluyor, ne kadarını biliyoruz, İzmir’de bile ne kadar düşünüyoruz Mübadele’yi. Yunanlıları denize dökmekten mübadeleye ne kadar fırsat kaldı? Soyadlarından anladığımız Türkiye’li Rum Yunanlar, Beyoğlu’ndan göçüp AEK’yı filan kuranlar… Bu oyunu izlememek olmazdı.
8. Oyun: Yazan Samuel Beckett desem? Diğer anahtar kelimeler: “Küçük dünyalara sıkışmış kentsoylular”, “aynılaşmak”, “aşk üçgeni”. Ben bu oyuna giderim!
9. Ben Bertolt Brech: “Normalde de var ki bu oyun, ne gerek var festivalde gitmeye!” diye düşünsem de festival havası bir başka olur. Doğrusunu söylemem gerekirse Genco Erkal hayranı filan değilim, ama “usta”nın oyununa bilet almaktan da geri kalmadım.
10. Antigone : Antigone’un farklı versiyonları var, ancak bu Seyyar Sahne ve Tehlikeli Oyunlar’dan tanıdığım Celal Mordeniz tarafından, Devlet Tiyatrosu oyuncularıyla ve Kürtçe oynanıyor. Ayrıca oyuncuların her bir karakteri canlandırması fikri de hoşuma gitti. Bir de Antigone hakkındaki şu ifade: “Dünyaya kin değil, sevgi paylaşmaya gelen”
11. İnsan Sesi : Jean Cocteau yazmış, terkedilmiş bir kadının son konuşmasıymış dediler seçtik…
12. Yeni Kiracı : Hangimiz kiracı değiliz ki bu hayatta? Şaka bir yana tüketim mantığını eleştiren ve sıra dışı diye nitelenen Ionesco’nun bu “absürd” oyununu görmek istemem normal herhalde. Bir de şöyle bir laf vardı : “İnsan, kazandığını düşündüğü noktada, yenilgisini başlatmış olur.” Hey be mübarek!
13. İnsan Manzaraları : İsim tanıdık gelmedi mi? 3 Haziran’da oynanıyor desem? Nazım Hikmet! Şiirle müziği birleştirerek anacağız üstadı ölüm yıldönümünde… Vera da gittikten sonra iyice yalnız kaldık.
14. Macbeth : Macbeth ismi aklımda şu şarkıyla bütünleşik : “Her yer karanlık. Maskeler yüzlerinde … Makber mi yoksa Macbeth mi yarab?” Shakespeare yazmış, Sabahattin Eyüboğlu çevirmiş. Şu sorunun cevabını arayıp duralım: Var olmak için yok etmek zorunda mıyız?
Evet, başta da söyledim, uzman değilim, hepsi farklı sebeplerle ilgimi çekti oyunların. Bir yandan “Abi aceba çok mu abarrtım?” demiyor değilim, ne dersiniz, program sizce de heyecan verici değil mi?
Geri bildirim: Çehov Makinesi ve Yalnızlar Kulübü | sinedebiyatro
Geri bildirim: Çehov Makinesi ve Yalnızlar Kulübü « sinebiyatro