Koynumda çırılçıplaksınız
Şehir, akşam ve sen
…
Şehir nerde bitiyor sen nerde başlıyorsun
Ben nerde bitip nerde başlıyorum?
Nazım Hikmet Ran
“Ben doğduğum evi, sevinçle veya ağlayarak yürüdüğüm sokakları yerinde görmek istiyorum. Göremediğimde üzülüyorum. Artık orasının bana ait olmadığını anlıyorum”…
Değişim kaçınılmaz elbet; ama bana göre değil. Hele, iyiye doğru değişmediğini görmek feci.
Zamana müdahale edilemez, elimizden kaçar!”[i]
diyor Terence Davies. Ya biz? Her yerin, her defasında yeniden yıkılıp ‘yeniden’ yapıldığı; sokak/cadde isimlerinin bile aynı kalmadığı ‘şehir’lerde yaşayan bizler ne diyoruz bu duruma?
Ah, nerde o eski Liverpool’lar!
Sight & Sound gibi önemli sinema yayınları tarafından 2008 yılının en iyi filmlerinden biri seçilen ve övgüyle karşılanan “Of Time and The City / Zaman ve Şehre Dair”, bir geçmiş zaman güzellemesi ya da şimdiki/modern zaman ağıtı olarak görülebilir. Anlatmak oldukça güç aslında, bir şeyler yazmak bu film üzerine, ama biz yine de deneyelim elimizden geldiğince…
Küçük umutların, küçük mutlulukların peşinden koşan küçük bir şehir ve zamanı yakalamaya çalışan büyük bir “usta” başrolünde bu filmin. Terence Davies, filminde “Bir şehri sinemada nasıl –yeniden- kurabiliriz?” sorusunun cevabını arıyor. Ancak film yeni sorular sorduruyor bizlere: “Kişisel olan ile kentsel olanı nasıl iç içe geçirebiliriz? Geçip giden zamanı nasıl yakalayabiliriz?” gibi… Film, girişiyle birlikte arşiv görüntüleri ve “özlü sözler” ile ilerliyor. Geçmişin artık (!) olmadığını hissettiren Houssman’ın melankolik “A Shropshire Land” [ii] dizeleriyle başlıyoruz filme:
That is the land of lost content
I see it shining plain
The happy highways where I went
And cannot come again
Devamında Maybech selamlıyor bizleri “Liverpool var olmasaydı, er ya da geç keşfedilirdi” sözüyle. Davies, memleketi üzerine oldukça kişisel bu filminde, gerek müzik seçimleri, gerekse kendi sesini dış ses olarak kullanmasıyla seyirlik kuşbakışı sanatsal şehir manzaraları sunuyor bizlere. Filmin bir yerlerinde şöyle diyor Davies: “ Tüm yolculuklar evinden başlar insanın! Ey yolcu, şimdi arayıp bulmak için yola düş!”. Yönetmen evi olarak gördüğü Liverpool’a onun gözlerinden bakabilmemiz için davet ediyor bizi: “Yaklaşın da rüyalarınızı görün, yaklaşın ve görün benimkileri de!”.
Liverpool’u bilenler için söylüyorum: Davies tarafındaki hikâye!
Filmin oldukça kişisel olduğuna daha önce değinmiştik. Filmin özelliği/önemi de şehre öznel bir bakış açısıyla yaklaşmasından geliyor elbette. Guy Maddin’in “My Winnipeg/Benim Şehrim Winnipeg” filminde olduğu gibi bireysel olan ile kentsel olanı ustalıkla harmanlayabiliyor Davies. Bir tür “kent sosyolojisi” denemesine girişiyor kararlılıkla. Daha önce bu kavram kullanıldı mı bilmiyorum ancak bana göre bu ‘genre’ filmleri ‘cinebiography/sinebiyografi” şeklinde adlandırmamız oldukça mümkün.
Filmin kurgusu ne tematik ne de kronolojik bir sıralamaya göre ilerliyor, Davies ‘serbest çağrışım’ modelini uyguluyor filminde. Belki bu yönden filmde Liverpool’a yeteri kadar zaman ayırmadığı konusunda eleştirilebilir.[iii] Ancak söyledik ya: bu kişisel bir film! Kendisi bir ‘işçi çocuğu’ olan Davies’ten, kendisi de bir ‘liman kenti’ olan Liverpool’ a bakış filmi bu! Sinemasal bir deney, bir tür belgesel ya da hatıra parçacıkları şeklinde okunabilir.
Film Davies’in modern olanı ya da tanıdık olmadığı ‘yenilikler’i onaylamaması, onlara alışamaması üzerine biçimleniyor.[iv] Her şey şu sözle başlıyor belki de: “Şimdi kendi evimde bir yabancıyım!”. Böylece kayıp zamanın ve şehrin peşinde düşüyor Terence. “O sadece bir film yapmaya çalışmıyor, yaralarını sarmaya ve de kaybettiklerini –en azından sinemada- yeniden yaratma çabasında. Davies ile çalışmayı zorlaştıran ama aynı zamanda onu usta bir sanatçı yapan da bu özelliği!”[v]
Neler yok ki filmde? Yönetmenin de içinde doğup büyüdüğü işçi sınıfının yok olmasına /edilmesine karşı duyduğu kızgınlık, üzüntü pişmanlık; din, dindarlık, Tanrı ve Tanrısızlık; yönetmenin sinemaya olan düşkünlüğü/hayranlığı; Noel geceleri, çocukluk anıları, radyo programları, müzik, spor, kent yaşamı/kendi yaşamı Davies’in hepsi bu filmde! Koşun, Liverpool âşıkları birleşin! Hepsi bu kadar mı? Odağı biraz genişletince Kraliçe –bilmem kimin- tahta çıkışı, Kore Savaşı ve de kapitalizmin yükselişi de rol oynuyor filmde. Başladığımız yere geliyoruz: bireysel ile kentsel olanın birlikte sunumu Davies’e yeni bir bakış açısı bulmakta yol gösteriyor. Mucizevî bir şekilde ‘sanatçının portresi’ ile içinde yer aldığı ‘dünyanın hareketi’ arasındaki ince ip üzerinde marifetle yürüyebiliyor Davies. [vi]
Büyümeye alışamadım diye itiraf ediyor yönetmen. “Büyümeye çalışmak çok zor! 1945’te doğduğum düşünülürse yine de savaş sonrası bir kuşağın, işçi sınıfından fakir bir ailenin çocuğu olarak şimdi o döneme baktığımda mutlu olduğumuzu da fark ediyorum. Dini inancım, cinsel tercihim, babamın zorbalığı ve okul disiplini arasında kahroldum elbet. Artık Katolik değilsem de, beni alkışladıklarında hâlâ içimde bir korku oluşuyor, övgüye önem vermek suç gibi yani. Yine de filmlerdeki dünyanın gerçek olduğunu sandığım, dayanışmanın esas olduğunu gördüğüm, devletin olmasa bile kendi aramızda emeğe saygının önemli olduğu devirlerdi. 1973’te Liverpool‘ dan yeni dünyaları keşfetmek için kaçtım ama, dön dolaş özünüze dönüp bakmak zorundasınız.” [vii]
Prolog
Kısacası Terence Davies, “Zaman ve Şehre Dair” ne varsa ortaya koyuyor filminde… Psikanalitik bir bakış açısıyla ölüme açıkça karşı koyduğu ileri sürülebilir. Freud’un belirttiği gibi belki de gerçekten “Sinema, denizin ortasına atılmış, boğulmak üzere olan birinin çırpınışlarıdır”. Belki de hayattan çalınan zamandır sinema. Filmde Çehov’ a da atıfta bulunuyor Davies: “Güzel zamanlar geçip giderler, hiçbir iz bırakmadan…”. Sinemanın temelde yaptığı gibi “Of Time and The City” de öyle olmadığını gösteriyor bir kez daha! [viii]
Bitirmeden önce şunu da belirtmekte fayda var: “Zaman ve Şehre Dair” 2008 Avrupa Kültür Başkenti olan Liverpool’ a ayrılan fondan aldığı destekle yapılabilmiş. Şu sıralar “İstanbul 2010” filmi için bir örnek teşkil edebileceği ve dikkate alınması gereken bir film olarak görülmesi su götürmez bir gerçek.
‘Geçip giden zamanları, bir yerlerde bulsam’ diyenlere “Of Time and The City”!
*Bu yazım, ilk olarak 5 Mayıs 2009 tarihinde Sinema Defteri’nde yayınlanmıştır.
NOTLAR
[i] Bizi Biz Yapan Hafızamızdır, 3 Nisan 2009, Sabah Gazetesi
[ii] Review: ‘Of Time and the City’, Kenneth TURAN, January 30, 2009, LA Times
[iii] Of Time and the City, Leslıe FELPERIN, May 20, 2008, Variety
[iv] A walk through the city of ghosts, Frank Cottrell Boyce, 15 May 2008, The Guardian
[v] A.g.e
[vi] The Mersey Sound, Ryan Gilbey, Film of the Month: Of Time and the City, Sight & Sound, November 2008
[vii] Bizi Biz Yapan Hafızamızdır, 3 Nisan 2009, Sabah Gazetesi
[viii] The Mersey Sound, Ryan Gilbey, Film of the Month: Of Time and the City, Sight & Sound, November 2008